Zamanında çekilen bir tokatın faziletlerine dair
Meseleyi sulandırmayalım; "Piyano adam"ın, bana göre Marduk gezegeninden yollanmış öncü keşif müfrezesine mensup bir komando ajanı olması kuvvetle muhtemeldir veya rekorlar kitabına geçeyim diye saf numarasına yatıp, "bakalım kamuoyunu kaç gün işletebileceğiz" diye azm ü cezm ü kasd eylemiş bir aykırı tip de olabilir.
İngiltere'nin Kent bölgesindeki (haritaya baktım, Londra'nın güneyine "Kent" mıntıkası diyorlarmış) sahillerden birinin kenarındaki yol üstünde, bundan birbuçuk ay kadar önce, ıslak takım elbiseli, haricen iyi görünüşlü bir adam polisin dikkatini çekti. Adam mânâsız nazarlarla etrafından kopuk öylece durmakta ve paçasından yere sular damlamaktaydı. Önce karakola götürülüp sorgudan geçirilen adam tek bir kelime bile söylememekte ısrar etti; adeta sağır ve dilsiz gibiydi. Bunun üzerine İngiliz polisi, vaktiyle bizim polisin "bülbül gibi öttürme" metodlarını kullanmak yerine meçhul kişiyi hastaneye götürdü ama esrarengiz durum orada da aydınlanmadı. Adam susmakta direniyordu. Bu esnada hastabakıcılardan biri, "yahu bir kağıt kalem verelim, belki küçük dilini yutmuştur da konuşamıyordur" diye akıllıca bir ikazda bulununca meçhul ıslak adama bir kağıt uzattılar. Adam kağıda itina ile, uzaktan bakılınca resim olduğu intibaını veren birtakım şekiller çizdi; (bu esnada dilini çıkarıp çıkarmadığını bilmiyoruz, çünkü mâlumdur, kağıt üzerine itina ile bir şeyler çizmeye kalkışanlar, genellikle dillerini çıkararak dudaklarında gezdirirler. Haberi veren ajans bu ayrıntıyı atlamış maalesef!). İşlem tamamlandıktan sonra büyük bir merak
ve heyecanla kağıda atılan doktorlar, ıslak adamın kağıda, bir İsveç bayrağı ile bir piyano resmi çizdiğini fark ettiler (Yine özür dileyerek araya girmek zorundayım; ıslak adamın kağıda bir Türk bayrağı ile piyano resmi çizmesi mümkün değildi; sebebini biraz düşününce bulabilirsiniz!)
Bunun üzerine koğuşta bulunanları aldı bir düşünce; acaba bu garip adam ne demek istiyordu? Bu şekillerin anlamı ne olabilirdi? Hani olay Türkiye'de geçiyor olsa idi, buna bir mânâ vermek mümkün olabilirdi; şöyle ki, orada bulunan hazirundan birisi herife esaslı bir tokat çektikten sonra,
- Dalga mı geçiyon, adam mı seçiyon hemşerim; get işine! diyerek adamın travmatik şokunu sona erdirir ve meseleyi aydınlığa kavuştururdu ama öyle olmadı. Tam aksi oldu:
Tahmin ediniz bakayım?
Gazetenin haberine göre işler şu merkezde gelişti: Doktorlardan birisinin aklına adamın piyanist olabileceği geldi (lâf aramızda piyano ile piyanist arasında ilişki kurmak az buz iş değil hani) ve "işimiz gücümüz, sırada bu kadar hastamız var" demeyip ıslak adamı tuttukları gibi bir piyanonun başına götürdüler. Hastanede bu gibi vakalar için hazır bekletilen bir piyanonun mevcut olup olmadığını bilmiyoruz; galip ihtimalle adama kuru ve sıcak bir şeyler giydirip ambülansla en yakın konser salonuna taşımış olmalılar.
Adamcağız piyanoyu görünce, marangozun keserine duyduğu âşinalık kabilinden bir rahat edâ ile tabureyi çekip oturmuş ve tam iki saat boyunca piyano çalmış. Hangi eserleri seslendirdiğini, parçalara girmeden önce emprovizyonal etüdler çalıp çalmadığını bilmiyoruz ama haberi veren ajans, adamın iyi eğitimli bir piyanist olduğunun anlaşıldığını söylüyor.
Bunun üzerine yeniden devreye giren İngiliz polisi, Avrupa'nın bütün klasik orkestraları ile temasa geçip adamcağızın resmini fakslayarak kimlik tesbitine yardımcı olmalarını istemiş; ne var ki bu müracaatlardan henüz müsbet bir haber alınamadığı anlaşılıyor. Ayrıca adamın boynu bükük ve hüzünlü hallerinden şüphelenerek Doğu Avrupa ülkelerinden birinin vatandaşı olabileceği ihtimali de araştırılmış. Netice sıfır!
Adam hâlâ konuşmuyor. İsveç bayrağının resmini niçin çizdiği hâlâ büyük muamma. Piyano verirlerse çalıyor, yoksa susuyor.
Ajans, haberinde kendisine "piyano adam" adı verilen meçhul yabancının büyük bir ihtimalle bir travma geçirerek hafızasını kaybettiğini ileri sürmekte...
Trinkkk!
Biz böyle uçuk-kaçık hadiselerin sadece yerli film senaristlerinin sulu muhayyilelerinden çıktığını zannederdik değil mi? Ama n'ayır n'aayır, işte çağdaş uygarlık seviyesinin üst katlarında bile böyle melodramlar cereyan edebiliyor. Haber değil sanki Kerime Nadir hanımefendinin romanlarından bir pasaj.
Kerime hanımın eserlerinde dikkat çekici ortak husus, roman kahramanlarının bakkal, kaportacı, Bağ-Kur emeklisi, dülger veya rençber gibi "banal" ve sıradan işlerle iştigal etmeyip kâffesinin -her nedense- kemancı, heykeltıraş, yazar, tiyatro sanatçısı veya siz bilemediniz müteahhit filan gibi üst düzey takımına ait bulunmalarıydı. O romanlarda kimse geçim sıkıntısı çekmez; kahramanlar yalılarda, Teşvikiye'deki "apartuman" dairelerinde ikamet ederlerdi ve romanların ebedî mevzuu elbette tertemiz aşk hikayeleriydi!
Vay canına, biz bu romanları toplumsal gerçekten kopuk, aristokrat sınıfı olmayan bir toplumun sonradan görme büyük burjuva heveslileri arasında geçen fantastik ve kurmaca hikayeler olduğunu zannederdik hep. Artık Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Peride Celâl gibi roman erbabına itibarlarını iade etmek zorundayız; çünkü şekil A'da görüldüğü gibi batıdan getirilmiş kapı gibi hüccet karşımızda durmaktadır!
Meseleyi sulandırmayalım; "Piyano adam"ın, bana göre Marduk gezegeninden yollanmış öncü keşif müfrezesine mensup bir komando ajanı olması kuvvetle muhtemeldir veya rekorlar kitabına geçeyim diye saf numarasına yatıp, "bakalım kamuoyunu kaç gün işletebileceğiz" diye azm ü cezm ü kasd eylemiş bir aykırı tip de olabilir.
Bu haberi veren ajansta "fikr-i takip" veya nâmus varsa, herifin akıbeti hakkında kamuoyunu aydınlatırlar; ben de size duyururum buracıktan.