Yüzüncü hasta!
Kim resminin altında, "ülkeyi kurtaran adam" yazısını görmek istemez? Fotoğrafın etrafı çiçekler ve defne yapraklarıyla süslenmiştir. Resimdeki kişi ise insana, "demek daha o günlerde bile memleketi kurtarmayı kafaya koymuştu" dedirten, kararlı, kesin inançlı ve çok ciddi bir ifâde ile bakmaktadır.
Bu bakış açısı "kurtarıcı adam"la ilgilidir, halbuki plağın tersinde "kurtarılmayı bekleyen ülke" vardır; öyle bir ülke ki, ne kadar kurtarılırsa kurtarılsın yetmemekte, her kurtuluş hamlesi kısa zamanda pörsüyüp gevşemekte, iç ve dış düşmanlar ülkenin canına okumaktadır. Bu durumda birilerinin de çıkıp, "ülkeyi her dem kurtarılmaktan kurtaracak kurtarıcılar" rolüne talip olmaları beklenir ve naçiz fikrime göre memlekete hizmet edilecek sektör aslında burası olmalıdır. Yani bir nevi isimsiz, sıradan, pasif kahramanlar. Bizim kahramanlık anlayışımız "lâedrî"liği sevmez; hani o, "iyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlik bilir" anlayışının fazla taraftarı yoktur. Ülke her dem kurtarılacak kertede hacîl bir vaziyette olmazsa, onu kurtarmanın lezzeti de olmayacaktır.
Her neyse; eskiden ülke kurtarmanın raconu farklıydı; 12 Eylül"e kadar kurtarıcılar, icabında iki çakaralmazdan ibaret olsa da bu işlerin silahlı teşkilat olmaksızın başarılamayacağını zannederlerdi. Ülkede silah taşımak yasak olduğu için kurtarıcıların genellikle devletin mülkiyetinde bulunan silah ve cephaneliğe göz koyarak iş tutmaları kaçınılmaz olmuştur. Ne var ki devir değişti, artık bu işler parti kurmak suretiyle yapılıyor.
Sıfırdan parti kurmak zor şey olmalı; müthiş zahmet ve para gerektiren bir faaliyet. "Biz bayrağı göndere çekelim, millet ardımızdan gelir" hesabı artık resmen ayıp sayılıyor. İşçi arılar gibi çalışacak didinecek, bir sürü gerekli gereksiz ayrıntı ile boğuşacak ve neticede insanları bir araya getireceksiniz. Zor lâkin çok aziz ve leziz bir meşgale olduğu da âşikâr.
Zahmetli filan ama neticede meşru bir iş, "illa ki parti kurup ülkeyi kurtaracağım" diyenlere kolay gelsin velâkin ben, ülkeyi kurtarmak söz konusu olduğunda "atâlet en iyi hizmettir" diye düşünenlerdenim. Hani ameliyattan sonra doktor televizyonun karşısına geçmiş basına açıklama yapıyor ya, "Titiz bir konsültasyon sürecinden sonra yaptığımız operasyon fevkalade güzel geçti ama ne yazık ki hastayı kurtaramadık!" Benimki de o hesap. O kadar başarılı operasyondan sonra hastanın şifâ bulmasa bile en azından yaşıyor olması gerekmez miydi?
Çoğu kere bir şey yapmadan durmak, en iyi eylemdir; inanmayanlar seçim sonuçlarını incelebilirler!
Hasta merakla kendini ameliyat edecek cerraha soruyor; "Doktor bey, ameliyatın başarı oranı nedir, kurtulabilecek miyim?" Cerrah kendinden son derece emin bir ifade ile hastayı temin ediyor, "Hiç merak etmeyiniz; bu ameliyatta başarı oranı % 1"dir!" Hasta dehşete kapılıyor, "Eyvaah, yandık öyleyse.." "Hayır, tam aksine son şanslısınız." diyor doktor; "Daha önce ameliyat ettiğim 99 hasta öldü ama siz yüzüncüsünüz!"
Sıfırdan parti kurarak ülkeyi kurtarmak işte bana yüzüncü hastanın durumunu hatırlatıyor. İstatistiklere güvenmemeyi geç de olsa öğrendim sayılır. Bernard Show"a atfedilen bir nükte vardır hani, "Üç türlü yalan vardır" demiş üstad, "Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik!" Tabii istatistiğine göre değişir durumlar çünkü istatistik bir neticeyi rakamlarla destekleme işlemidir netice itibariyle.
Uzatmayalım, bugünlerde yine ülkeyi kurtarmak için sıfırdan parti kurmaya niyetli elemanlar iş başında. Söz birliği ile "bomba gibi bir ekiple yola çıkıyoruz; duysanız dudağınız uçuklar" müjdesi veriyorlar. Müjde mi, tehdit mi belli değil! Lâf buraya gelmişken, "bildiklerimi açıklarsam yer yerinden oynar!" cümlesiyle dikkat çekmeye uğraşanlara da bayıldığımı belirtmeliyim; lâf aramızda bugüne kadar ifşaatlarıyla yeri yerinden oynatan bir babayiğide rastlamadığımı da kaydedeyim; siz duydunuz mu, hatırlıyor musunuz? Bana göre bu ülkede lâfın çivisi çıktığı için tesiri de kalmamıştır. Dikkat ediyorum da bizi artık hiçbir şey şaşırtmıyor; meselâ bomba gibi açıklamaları veya haberleri duyan herkes, "ee, ne olmuş!" diye mırıldanıyor. Bu ilgisizlik belki de ülke olarak gereğinden fazla kurtarılma operasyonuna maruz kaldığımızdandır.
Bu kadar kanıksamış bir ahaliyi yerinden kımıldatacak hangi parti, hangi program, hangi "bomba gibi kadro"dur acaba? Bu durum bana bir mahkeme fıkrasını hatırlattı. Efendim adam sekiz on kişiyi kıtır kıtır keserken suçüstü yakalanıyor; bir sürü şahit, delil. Anlayacağınız cürüm gün gibi ortada fakat katil ısrarla, "Avukatımı isterim, avukatım gelsin" diye ısrar etmekte. Kendisini yakalayan polis diyor ki, "Yahu avukat tutmak hakkındır anladık fakat şu gün gibi âşikâr duruma karşı avukat ne yapar?" diye sorunca katil sırıtarak cevabı yapıştırıyor:
-Ben de onu merak ediyorum vallahi polis bey!
Her neyse, parti kurmaya hazırlanan arkadaşların bahtı açık olsun; şahsen ben inceledimse de memleketin kurtarılacak bir hususunu bulamadım ama bana bakmayınız siz; vardır kıyı bucakta kurtarılacak bir şeyler; kurtarılacak hale geldiğinde görürüz.