Yorgunluk!

Günün birinde dünyanın bütün erkeklerinin fena halde yorulup greve gittiklerini düşünelim. Düşünemiyorsunuz değil mi? Haklısınız, tahayyülü bile zor mesele.

Dünyanın bütün erkekleri o sabah evlerinden çıkıp işlerine gitmiyorlar; hiçbir şey yapmıyorlar. Trenler, otobüsler, taksiler, dolmuşlar, gemiler, uçaklar çalışmıyor. Bütün işyerleri ve fabrikalar duruyor, trafik ürkütücü derecede tenhalaşıveriyor; tarlalar yüzüstü bırakılıyor, haberleşme araçları susuyor.

Dünya öylece kalakalıyor!

Öğleye doğru kadınlar, "n'ooluyoruz yahu!" diyerek erkeklerin toplu grevine karşı grevkırıcılığı görevini üstleniyorlar. Radyolarda, televizyonlarda görev yapan hanımlar, bayan şoförlerin kullandığı otobüs vesaire ile işyerlerine geliyorlar ama şansa bakınız; enerji sektöründe çalışan erkekler de işi terk ettiği için elektrikler kesiktir.

Kadınlar hemen bir araya gelip, "biz bu düzeni erkekler olmadan da işletebiliriz" kararlılığı ile ayağa kalkmayı deniyorlar ama ellerinde işaret dumanından ve bisikletten başka haberleşme aracı olarak kullanabilecekleri hiçbir şey yoktur. Üstelik bütün dünyada tamirat sektörü erkekler tarafından ayakta tutulduğu için patlayan bisiklet lastiği karşısında bile çaresiz kalıyorlar. Bir cam kırılacak olsa değiştirilemiyor.

O günün akşam üstü vaziyetin ne kadar vahim olduğunu fark eden hanımlar, "bir erkeğin yaptığı her işi bir kadın da yapabilir" iddiasından yarımağız vazgeçerek erkeklere mütareke teklif ediyorlar. Bir televizyon istasyonunun teknisyenleri geçici olarak işbaşı yapıyor ve erkeklerin genel greve gitmesi neticesinde ortaya çıkan anarşik ve mahvedici yeni oluşumu tartışmak üzere her iki cinsin temsilcileri stüdyoda bir araya geliyorlar. Erkekler, tartışmayı bir kadının yönetmesini kabul ediyorlar. Yönetici ilk olarak erkek temsilcilerine şunu soruyor:

- Böyle bir eyleme niçin karar verdiniz ve bunun anlamı nedir?

Kaş göz işaretleriyle erkekler kendi aralarından bir konuşmacı seçiyorlar ve erkek konuşmaya başlıyor:

- Saygıdeğer bayanlar; grevimizin sizlere karşı hiçbir özel anlamı yoktur. Biz herhangi bir şeyi protesto ediyor değiliz, sadece yorulduk. Dinlenmek istiyoruz!

- Yoruldunuz mu, nasıl yani; ne demek yorulmak?

- İzah edeyim; bizim yorgunluğumuz bugünün, bu senenin veya son yılların yorgunluğu değil; biz ezelden beri yorgunluk çekiyoruz. Şöyle bir düşününüz: Daha ateşi keşfetmemizden çok önceleri avcılık ve toplayıcılık devirlerinde ailenin ve toplumun korunması, geçindirilmesi, yiyecek içecek temini, güvenliği bizim sorumluluğumuzdaydı. Ateş keşfedilip günlük uygulamaya konulunca işimiz daha çok arttı. Günün birinde tarım hayatına geçince biraz rahat ederiz zannettik çünkü artık yiyecek peşinde gece-gündüz, dere-bayır dolaşmaktan kurtulacağımızı sanıyorduk, nerdee? Hasat zamanlarını tayin etmek, tarlaları sürmek, hayvanları evcilleştirmek, sınırları korumak, sulama kanalları kazmak, kalıcı barınaklar inşa etmek işi yüzünden eski günleri mumla arar olduk. Bu defa sınır ihtilâfları başgösterdi, bazı yağmacı göçebeler tarlalara bostanlara saldırmaya kalkışınca koruyucu sınıf teşkil etmek yükü yine bizim üzerimize yıkıldı. Konu komşu arasındaki ihtilâfları halletmek için oturduk, hukuk kuralları koyduk; tabii bu esnada yazıyı da icad etmemiz gerekiyordu. Neticede küçük yerleşimler halinde öbeklenmeye başlayınca yönetim mecburiyeti ortaya çıktı; çaresiz yine bizler yönetici olduk. Anlaşmazlıklar çözülemeyecek raddelere gelince değneği baltayı alıp düşmanlarla kavga etmemiz gerekiyordu. Bu arada yazı ve diğer gerekli bilgileri öğretmek için okullar açmamız icab etti; yine bizler öğretmen, dülger, taş ustası olarak göreve koşulduk...

- Bir saniye, bu arada kadınlar yan gelip yatmadı, onlar da size yardım etti herhalde?..

- Yardım ettiler elbette; onların hakkını inkâr edemeyiz, herkes üzerine düşen rolü yerine getirdi. Biz daha güçlü yapıdaydık, o yüzden işin büyük kısmı bize düştü. Yorulduğumuz şey de o roldür işte... Sözümü ikide bir kesmezseniz kalanını da anlatırım...

- Tabii buyrunuz.

- Zamanla işler büyüdü; gündelik olarak halledilmesi gereken ağır ve tehlikeli işlerin % 80'i bizim üzerimizdeydi. Medeniyet yolunda ne kadar yıpratıcı, tehlikeli, ağır ve pis iş varsa seve seve üstlendik; hatta bundan ötürü gurur bile duyuyorduk. Kendimize aile reisi, baba, ağabey filan gibi pohpohlayıcı unvanlar vererek acılarımızı uyuşturduk. Elbette ağır ve pis işleri biz yapacaktık, çünkü biz toplumun temel direği idik, vesaire gibi bahaneler...

- Anlıyorum,

- Hayır anlayamazsınız; günlük hayatı sürükleyen veya grev yaptığımız için öylece kalakalan ne varsa bunları biz yaptık; Maalesef medeniyet denilen şey bizim eserimizdir. Akıllı veya üstün olduğumuzdan değil, o roller hep bize verildiğinden veya bizim o rolleri enayice sahiplenmemizden... Biz olmasaydık dünya şüphesiz daha iyi olurdu. Ne Endüstri devrimi, ne Fransız ihtilâli, ne sömürgecilik, ne kıtalararası yolculuklar ve coğrafi keşifler, icatlar, ne de kimin ne işine yaradığını hâlâ kimsenin anlayamadığı savaşlar...

- Haklısınız galiba?

- Elbette haklıyız ama siz böyle zırt-pırt sözümü keserseniz daha konuşmam, haberiniz olsun!..

- Özür dilerim ama bu haftalık yeriniz bitmiş bulunuyor; haftaya devam edelim isterseniz

-Haydi öyle olsun bakalım!


Kaynak (Arşiv)