Yapboz

Her şey o kargo kutusunu teslim aldığımı belirten kağıdı imzalamakla başladı; iri yarı bir paketti. Önce "baklavadır" diye ümitlendim; fakat baklava kutularının genellikle bu kadar kalın olmayacağını farkedince "bomba filan olmasın" diye kutuyu sallamaya başladım (Türkler bomba muayenesini böyle yapıyorlar çoğunlukla. Kutuyu kucaklayıp sallamak da bir ara internette çok dolaşan "son sözleri" esprisini çağrıştıran bir alaturkalık olsa gerek). Garip bir hışırtı, sanki kutunun içinde kavrulmuş erişte varmış gibi bir ses. Börek desem ağırlık itibariyle o intibayı vermiyor. Neticede bıçağı çekip, nice bombadan daha tehlikeli o "şey"le karşı karşıya kaldım.

"Aa" dedim, "yapbozmuş yahu; ne güzel!"

Açıkçası Türkçede nasıl isimlendirildiğini tam bilmiyorum; yap-boz uyuyor biraz ama daha çok "puzzle" diye geçiyor; oysaki bu kelime genel mânâda zekâ bulmacalarına verilen ad imiş. Bundan yirmi sene önce Almanya'dan kesin dönüş yapan kapı komşumuz, bir buçuk metre eninde bir metre boyunda devâsâ bir dünya haritası yapbozu getirmişti de iki aile nice akşamlar boyunca yerlere yeksân olup halının üstünde debelenerek Pasifik Okyanusu'nun iki yakasını bir araya getirmeye uğraşırken delirme raddelerine uğramıştık.

Komşumuz son parçayı yerleştirdiğimizin ertesi günü haritayı camlattı; harita sevdiğinden değil, "mel'un bozulursa bir daha bir araya getiremeyiz" korkusundan!

Dolayısıyla tecrübeli sayılırdım bu yapboz işinde. Kutunun üstündeki izahata baktım; 500 parça imiş. Gülümsedim, "bir gecede bitiririm ben bu işi" diye büyük konuşacağım tuttu. Resim de şöyle: Ressamın biri masaya bir cam kavanoz dolusu lale koyup resmini yapmış.

O akşam bitmedi tabii; ertesi akşam da, ertesi hafta da!

Hayır, geldiği gibi çöpe atıp kurtulmak var fakat iki sebepten yapamıyorum; ilki gönderen okuyucuma ayıp olacak, ikincisi daha mühim: İşi gücü terkedip hep onunla meşgul olmak istiyorum aslında, hatta "akşam olsa da eve gidip yapbozla uğraşsam" şeklinde bir sabit fikir oluşmaya başlıyor.

Neticede onbeş yirmi gün civarında tabloyu tamamladım ama büyük iş başarmışların hissettiği zafer duygusuna benzer bir övünme duygusuna da kapılmadım, şöyle düşündüm: "Bu bitti, şimdi bir başkasına başlamalı!"

Çocuklara oyuncak satan dükkânlara gidip, torununa yapboz beğenen bir dede rolü oynayarak cümlesini elden geçirdikten sonra içlerinde en zorunu seçtim. Bin parçalık bir yelkenli gemi posteri!

Sen misin çocuk gibi sevinerek paketi koltuğunda eve getiren?

Eğer siz de bu yazıyı okuduktan sonra "nasıl bir şeymiş bu bakiim" diye yapboza heves ederseniz takım arkadaşını peylemeyi unutmayınız, çünkü tek başına altından kalkılacak işlerden değil. En az üç kişilik bir takım olmalı: Birisi parçaları renklerine göre gruplandırıp ayrı ayrı mukavva parçaları üzerine dizecek, öteki sizin talimatınıza göre muhtemel parçaları ayıklayıp elinize tutuşturacak ve siz de elinizde pul maşasına benzeyen bir âletle yapbozun yerini bulmaya çalışacaksınız.

Tabii bu arada beni bu saçma-sapan işin başında gören misafirlerin neler düşündüğünü de belirtmem lâzım. Önce şaşkın nazarlarla manzarayı anlamaya çalıştıktan sonra, "anladım, çok çalışıyorsunuz, zihniniz çatlayacak gibi olunca beyni boşaltmak için böylesine farklı faaliyetlere yöneliyorsunuz" diye tercüme edebileceğim nazik yorumlarda bulundularsa da içlerinden, "deli midir nedir, kazık kadar herif, çocuklar gibi oyun oynuyor" diye düşündüklerinden eminim.

Haklılar elbette. "Çok çalıştığı ve düşündüğü için beynini boşaltmaya çalışan ağır fikir işçisi rolü"nü çabucak benimseyip sevdiğimi itiraf edebilirim ama bu yorum gerçeği tam aksettirmiyor; aslında düpedüz çocuk oyunu bu.

Aslında istesem, "yetişkinlerin de çocuk oyunu oynamaya hakları bulunduğunu, kazık kadar adamların sırf kendilerine eğlencelik çıksın diye niçin dünyanın parasını sayıp odanın ortasına oyuncak trenler, istasyonlar ve köprülerden oluşan setler kurdukları" konusunda sizi iknaya yeltenebilirdim; gerekçesi inandırıcı olsun veya olmasın benim bu işten anladığım şey, oyun oynamanın sadece çocuklara bırakılamayacak kadar lezzetli bir faaliyet olduğudur.

Yelkenli gemi posteri çetin ceviz çıktı neticede; denizin sularına ve havaya tesadüf eden yapboz parçaları neredeyse birbirinin aynısı; bir araya gelmemek için direniyorlar âdetâ. Yirmi gün kadar üzerinde çalıştıktan sonra yarım bırakıp kanepenin altına sürdüm mereti. Bu yılgınlıkta biraz da internetteki yapboz sitelerinin tesiri oldu (ısrar etmeyin kat'iyyen site adresi veremem). Tıklıyorsunuz, seçtiğiniz resim geliyor ve siz zamana karşı yarışarak öngörülen sürenin altında resmi tamamlamaya çalışıyorsunuz. Beceremeyince hırs basıyor, haydi yeniden...

Vaktiyle satranca da böyle hırslı ve doymak bilmez bir iştiha ile saldırmıştım; öyle ki yolda yürürken etrafımdaki insanlar, arabalar, nesneler at, fil, kale gibi görünmeye başlamıştı. İşin tadını kaçırdığımı anlayınca yüzüstü bırakıverdim; bırakış o bırakış oldu zaten!.. Yapboz aşkının da suyu ısınmak üzere; öyle hissediyorum. Yeni bir oyuncak bulunca size de haber veririm, söz.


Kaynak (Arşiv)