Werder Bremenlilik kültürü

Anadolu'da asâlet kavramı en doğru mânâsını bulmuş ve yerli yerine oturmuştur; bizim insanlarımız, "asil azmaz, bal kokmaz" derken bir kişinin paşa, zâdegân, saraylı aslından inip inmediğini değil, davranışı, huyu-husu, ahlâkı ve etvârıyla kâmil oluşuna dikkat çekerler.

Tam tamına "vakar" -dediğimiz şeydir kasdettikleri; varlıkta da yoksullukta da hâllerinde bir fevkalâdelik görülmez, terbiye ve nezâketlerinde değişiklik olmaz; en küçüğünde bile bilinmeyen zamanlardan tevârüs edilmiş bir ağırbaşlılık vardır.

Daha doğrusu "vardı" demek lâzım galiba; vaktiyle sahip olunan güzel meziyetler bile şimdilerde nostalji zümresinden sayılıyor. Çalkanıp duran şehirlerin ırgalanıp duran mahallelerinde artık kaybettiğimiz güzel hasletlerin arkeolojik kalıntılarını arıyor, bulamayınca, "bize ne oldu; biz eskiden böyle değildik" diye yakınıyoruz.

*

"Üç büyük takım" lâfına öteden beri sinir olurum; diğerlerini leblebi çekirdek fasilesinden addeden bir sonradan görmüşlük vardır bu "üç büyükler" edebiyatında. "Nereniz büyük" diye sorulsa, sanki tarih öncesi zamanlardan bahsediyormuş gibi hepi topu yüz senelik tarihlerinden bahsederler; halbuki herhangi bir inşaatın önüne kamyonların döktüğü kum yığınlarının içindeki çakıl taşlarının her birinin tarihi onbinlerce seneden başlar; köşebaşındaki mescid ise lâakal üçyüz yaşında olup, Yunus Emre'nin dillere pelesenk olmuş hikmetli şiirleri ise 600 yaşını ikmâl edip yedinci asırdan gün almaktadır. Kaldı ki, kadim olmak mârifet ise, nice zamandan beridir sesi soluğu çıkmayan İzmir takımlarından Altay, Göztepe, Karşıyaka, şu bizim üç büyüklerden daha genç değillerdir, hatta Ankara'nın Gençlerbirliği de o zümredendir ama nedense onlar büyük sayılmazlar.

"Peki başkaca nedir büyüklüğün sebebi" diye sıkıştırılsa, en azı on milyondan başlayan taraftar sayısını delil gösterirler: Üç büyüklerin taraftar sayısı daha şimdiden Türkiye nüfusunu geçmiş, Ortadoğu ve Balkanlar ahalisini kapsayacak vüs'ate erişmiştir. "Bataklıkta sivrisinek de mebzûl ama kıymeti yok" diyecek olsanız, "vay sen bize sivrisinek dedin" diye horozlanmaları da cabadandır. Sayıca çok olmak, bizde demokrasi kültürünün yanlış algılanmış renklerinden biridir.

"Ee, daha daha nereden geliyor bu büyüklüğün sebebi" diye sıkıştırılırsa, her Türk'ün dara gelince başvurduğu sebebe sarılmakta gecikmezler: "Tarihleri şanlı zaferlerle dolu"dur. Artık bu noktada soruşturmayı daha inceltmeye kalkışmamanız gerekecektir çünkü "şanlı zafer" diye öğünülen sonuçlar, vaktiyle bir ecnebi bankasının memurlarından veya işgal ordularının levazım bölüklerinden devşirilmiş askerlerinden müteşekkil derme çatma takımlara karşı kaydedilmiş gazozuna maçların çetelesinden ibarettir. Her nedense bu şanlı zaferler, dünya klasmanında yer alan ekiplere karşı değil, daha çok "üç büyükler"in birbirlerine karşı aldığı "domestic", yani içe dönük, bir anlamda mahalli sonuçlardan ibarettir. Esasen üç büyüklerin taraftarlarından kısm-ı azamı, üç büyük takımın şöyle böyle 60 sene boyunca İstanbul mahalli liginde birbirlerini didikleyip durduklarını bilmezler.

Benim en çok güldüğüm ve kızdığım şişinme sebeplerinden birini de, "biz büyük bir camiayız" iddiası teşkil etmektedir. "Büyük camia"dan kasıt, artık taraftar sayısı değildir; taraftarlar, -şuuraltının hainâne bir oyunuyla- aslında camiâdan sayılmazlar; onlar taraftardır, yani tebâ, yani raiyye. Onlar hava durumu ve bilet fiyatı ne olursa olsun maça gelmek, en aşağısından iki saat mütemadiyen bağırmak, skor kötü de olsa takımlarını ve kulübü desteklemek zorunda olan gönüllü kölelerdir. Camiâ kavramı daha kalantor, zengin ve itibarlı yüksek tabakadan taraftarları ve üyeleri kapsar; camiaya mensup olanlar, kulübün işi düştüğünde iş bitiren, Ankara'da siyasi mekanizmaya tesir edebilen, yurtdışında bağlantıları bulunan muhterem bir heyettir ve camianın büyüklüğü denilince, işte bu kişilerin forsu ve kudreti kasdedilir. Taraftar ise -ne gariptir ki, hâline ve sefâletine bakmadan- kendi camiasının, diğer takımların camiasından daha güçlü ve kalantor olmasından büyük haz duymaktadır. "Bizim takım zengin, başkanımız istese herkesi transfer eder" diskuru, gariban taraftar zümresinin başlıca züğürt tesellisini oluşturur.

Yeri gelince kulübü üzen, "tribünlerde görmek istemediğimiz türden hareketler yapan" bazı taraftarları imlâya çekmek için, takımın ileri gelen sözcüleri, söz gelişi, "bunlar Werder Bremenli olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar" tarzında feylesofâne nutuklar paralarlar ki, sözün gelişi "Werder Bremenli olmak ne demek beyamca, biraz anlatsan da öğrensek" denilse, arka arkaya kurabilecekleri içi mânâ dolu üç cümle yoktur: "Centilmenlik, yardımseverlik, büyüklere saygı, küçüklere sevgi" kabilinden beylik lâflardan sonra lâfın burasında takılıp kalmak âdettir çünkü ne üç büyüklerimizin, ne dördüncü büyüğümüzün ve diğerlerinin taraftarlarına tâlim edecekleri bir kulüp kültürü, "etik"i bulunmamaktadır. Futbol kulüplerimiz, iddia ettikleri kadar olmasa da çok sayıda vasıfsız taraftara sahip bulunmakla birlikte onların eğitimine, kültürüne, terbiyesine, davranışına, ez cümle dışardan bakıldığında varlığı hissolunabilecek kültüre ve karaktere yatırım yapmak için bugüne kadar kıllarını bile kıpırdatmamışlardır ama galibiyetle biten kritik bir maçtan sonra "zafer"i, büyük taraftarlarına armağan etmeyi pek unutmazlar. Kazanılmış bir zaferin şerefi öyle çoktur ki bedava dağıtmakla bitmez, artanı müzeye götürülür.

Üç büyüklerimiz, -pardon dört-, büyük camialardır, şanlı ve tarihi zaferlerle dolu kulüplerdir; en büyük taraftar kitlesi onlara aittir; bu kulüplerin başkanları da büyük ve uludur, yönetim kurulları da. Başkanlar isterse yönetim kurullarında çalışan bir arkadaşlarını hain ilan edebilir, dövebilir, şan ve şerefle dolu camiadan ihraç edebilirler. Yeri gelmişken belirtmeden geçmeyelim: Başkanlar da büyüktür, eleştirilemezler, en sevgili ve en akıllı kişilerdir; varlıklarını ve ömürlerini kulüplerine adamışlar, bu yüzden hasta bile olmuşlardır.

*

Vesaire, vesaire, vesaire...

Bu lâflardan onlarcasını her hafta duyuyorsunuz zaten; vıcık vıcık, hakikat dışı, iki yüzlü ve toplanıp altına yekûn hattı çekildiğinde on para etmez bir edebiyattır şu "kulüp kültürü", "şululuk" , "bululuk" dediğimiz şey. Birbirine en galiz tarzda küfreden, döner bıçağı çeken, taş yağdıran bir avuç lumpeni dışardan çıplak gözle ayırdetmemize yarayacak bir alâmet-i farika yoktur; olması da gerekmez fakat kulüplerin sessiz sedasız taraftarları da fena halde birbirine benzemekte, aralarında takım renklerinden başka farklılık bulunmamaktadır.

Bu yüzden üç-dört-beş büyüklerimizin hiçbiri aslında büyük filan değillerdir; taraftarına kulüp kültürü, "etik"i ve şahsiyeti dediğimiz özellikleri, takımının rengi gibi iftiharla taşımayı öğreten bir kulüp ancak büyük sıfatını kazanabilecektir.

Ben henüz böyle bir "büyük" görmedim; gören varsa söylesin.


Kaynak (Arşiv)