Testere!
İnsanlar pek çok bakımdan kabaca ikiye ayrılabilirler; meselâ müze gezmeyi sevenler ile bundan pek hoşlanmayanlar gibi. Eğer kendinizi rûhen ikinci şıkka gönül verenler takımından sayıyorsanız, tercihinizin entellektüel muhitlerde hiç de hoş karşılanmayacağını bilmelisiniz.
Peşinen belirtmeliyim ki benim müzelerle alâkam üçüncü şıkka giriyor ve bu şıkk, "müze bulduk da gezmedik mi?" diye düşünen büyük çoğunluğu kapsıyor. Nitekim böyle bir fırsat yakaladığımda derhal birinci şıkka ilticâ ediyorum.
Çorum'da da aynen öyle oldu. Hitit buluntularının sergilendiği çok güzel bir müze var Çorum'da. Işıklandırılmış camekânlar arasında hayran hayran gezerken gözüme pek tanıdık bir şey ilişti. Cama burnum değecek kadar yaklaşıp bu olağanüstü nesneyi daha yakından görmeye çalıştım. Bu bir testere idi. Muhtemelen bronzdan mâmul, eskiden mahalle arasında yakacak odun kesip parçalayan iki kişilik seyyar esnaf takımının kullandığı türden enli, "pala" tâbir olunan bir testere parçası. Takriben bir metreye yakın, belli ki vaktiyle kırılmış ve bulunan parçası müzeye konulmuş. Buluntu, testerenin sadece namlu kısmından ibaret olduğu için nasıl kullanıldığına dair bir işaret bulunmuyor. Diş kısımları ise eğe ile çaprazlama açılmak yerine (o zaman eğe filan yok tabii; demirin ucuzlamasına daha bin sene var çünkü!), kızgın plakanın kenarına daha sert bir metal ile vurulmak suretiyle açılan yarıklardan oluşuyor.
"Koca müzede hayran hayran seyretmeye değer sadece kırık bir testere parçası mı buldun?" diye dalga geçseniz yeridir ama bilmediğiniz bir şey var; o testere parçası tahminen 3000 ilâ 3500 yaşındaydı ve muhtemelen şimdiye kadar varlığı bilinen bütün testerelerin atasıydı; belki de teknoloji tarihinin ilk testeresi.
Testere deyip geçmeyelim efendim; testereyi yok saydığınız anda medeniyet tarihini yeniden yazmak gerekecektir ve bunun nasıl bir tarih olacağını kimse kestiremez.
Bazı okuyucuların şimdi nasıl homurdandığını işitir gibiyim: "Bize ne senin testerenden? Kâh yemek tarifi yapıyor, kâh askerlik hâtırası naklediyorsun; bu gibi lâf ü güzâf yerine şöyle eli yüzü düzgün bir memleket kurtarma reçetesi yazmak dururken..." filân diyorlardır; bu da çok dikkate değer bir psikolojik vaziyettir efendim. Yeri geldi, nakledeyim. Arkadaşlarımdan biri, gençliğinde öğretmen olarak köylerde görev yaparken, ara-sıra ihtiyaç hâsıl olduğunu farkedince hastalara enjeksiyon -iğne- yapmayı öğrenmiş. Yaşlı bir ninenin iğnelerini yaparken sorarmış, "nasılsın, ilâçların faydasını görüyor musun?" kadıncağız da inleyerek 'kulak asma' makamında homurdanmalarla karşılık verirmiş. Arkadaş diyor ki, "Ben ninenin beklentisini o saat anladım. O âna kadar canı yanmasın diye en ince iğneyi kullanıyordum; bu defa neredeyse çivi kalınlığında küt uçlu bir iğne seçtim, öyle ki deriye bastırır bastırmaz kanamaya başladı ama sonuç fevkalâde idi. Nine, 'ooh, gördün mü, iğne-ilâç dediğin böyle olur, eline sağlık öğretmenim' diye hayır dualar etti".
Testere deyip geçmeyelim çünkü komşuların birbirinden ödünç istediği âletlerin başına gelir. Evinde testere bulunduranlarınki genellikle işe yaramaz, dişleri aşınıp dümdüz olmuş, namlusu eğrilmiş ucuz şeylerdir. Her eve lâzımdır da, nâdiren.
Ben bir hırdavat delisi olduğum için bizim evdeki testere, her an çalışmaya âmâde, orta profesyonellik derecesinde işe yarar cinsten bir âlettir ve dişlerini gerektiğinde kendi ellerimle ben bileylerim. Tahmin edeceğiniz üzere testere bulunan evde, keser, kerpeten, pense gibi birinci derecede gerekli avadanlık da mevcut çok şükür. Her tedbirli aile reisinin bana hak vereceği bir noktaya gelmiş bulunuyoruz: Bu kadarcık âletle aslında doğru-dürüst iş görülemez; daha sofistike âletler gereklidir. Meselâ en az birkaç boy rende, el matkabı (bireğiz), gönye, şerit metre, mala, iskarpelâ, her cinsinden zımpara kağıdı, muhtelif boyda metal ve tahta törpüleri, boy boy tornavidalar, fırçalar, elektrik ârızalarında kullanılmak üzere akımölçer cihazı, keskiler, küsküler, zamklar, tutkallar, boyalar...
Ve elbette gerektiğinde kullanmak üzere hazır bulundurulan, alçı, tahta ve demir parçaları, çiviler, vidalar, dübeller, takozlar, kütükler...
Ev hanımlarının pek büyük bir çoğunluğunun, tam da şu anda "yok daha neler" diyerek gazeteyi buruşturmaya hazırlandıklarını tahmin ediyorum ama onlara, yazıyı bitirinceye kadar sükûnet tavsiye ederim.
Devam ediyoruz; devir yüksek teknoloji devri, motor devri; neredeyse keserin bile motorlusu çıkacak. Gönül elbette şu saydığım cüz'i miktardaki "her eve lâzım" avadanlığın motorlusunu elde bulundurmak ister. En azından bir motorlu testere, ne bileyim motorlu planya, matkap, eğri kesimler yapmak için pek lâzım olan bir dekupaj testeresi. Şimdi o hassas konuya geliyoruz: Her evin mutfağında eskiden babadan kalma usûlle çalışan mutfak âletlerinin motorlusundan (nedir o robotlar meselâ canım!) mevcut bulunuyor da biz zavallı aile reislerinin ufaraktan bir ikinci el planya tezgahı bulundurmamıza hoş gözle bakılmıyor?
Efendim, duyulmuyor buradan pek?..
Ev hanımları hamuru bile robotla yoğuruyorlar artık; hatta meseleyi abartıp bin yıllık erişteyi bile elektrikli âlette doğramaya kalkışanlar var. Kıssadan hissedir: Ne ev hanımları bizim işimize karışsınlar, ne de biz onların mutfak, örgü, terzilik ve temizlik avadanlıkları hakkında dedikodu edelim! Kimin zararlı çıkacağı belli olmaz (aslında bellidir ama yine de...)
Eh, elbette işin en güzeli, ortadan bir kademe yüksek gelir grubundaki Amerikalıların yaptığı gibi geniş bir bahçe içindeki iki katlı evin bir köşeciğine devâsâ bir garaj yaptırıp içini tıka basa âlet-edevât ile doldurmak ve onları birer birer duvara dizip karşısına bir iskemle atarak hayran hayran seyretmek ve ufak tefek tamirat işleri için ev hanımlarının aile reislerinin tamir edici kabiliyetine güvenmek yerine telefonla servisten adam çağırmalarını görmezden gelmek.
Testere demiştik değil mi; gördünüz; ne testereymiş ama!..