Soyadı

Vaktiyle komik internet sitelerinde liste halinde verilen inanılmaz derecede garip soyadları görürdük; bu listeler hâlâ var ama alıştığımız için mi nedir, kimsenin dikkatini çekmez oldu. Kanıksandı.

Böyle kötü bir soyadıyla yaşayan insanlar da durumu kanıksamışlar mıdır, bilemem. Bunlardan biriyle karşılaştığımda, "nasıl olur da soyadını değiştirmiyorsun?" diye sormak yerine, 30'lu yıllarda bu marifeti işleyen nüfus memurlarına çok uzaklardan mânidar bir selâm sarkıtmakla yetiniyorum.

Dümbelek, Yalak, Dönek, Kaltak, Fırıldak, Azmış, Yuvarlak, Davar, Dana, Tren, Şebek, Motor, Daldı, Balta, Sülük, Koyun gibi bir soyadını elbette kimse isteyerek seçmez. Kaldı ki bir gazete kupüründen aktardığım bu soyadları, buraya yazmaya hayâ edilecek öteki sair sıfatlar yanında hayli terbiyeli kalıyor. Herhangi bir şehrin telefon rehberini açıp birkaç harfi tarasanız bu gibi soyadlarının fantezi değil gerçek olduğunu fark edersiniz.

"İş midir yani değiştiriversinler" demek kolay. 2525 sayılı kanuna göre isim ve soyadları ancak mahkeme kararıyla değiştirilebiliyor. İsim değiştirmek nisbeten kolay; çünkü tek kişinin teşebbüsü ile işlemi tamamlamak mümkün ama bir soyadı tashihi, en azından sekiz-on aile ferdinin birden notere gidip bir avukata vekâlet vermesi, ardından dava açılması, mahkemeye sebep gösterilmesi (başkaca delile hâcet varmış gibi!) ve aylarca duruşmanın takibi yanında hatırı sayılır miktarda para harcanmasını gerektiren meşakkatli bir iş. Mahkemenin lehinize karar vermesiyle bitmiyor; bu defa aklınıza gelmeyen başka sevimsiz bildirimlerde ve tashih talebinde bulunmanız gerekecektir: Belediye, telekom, tapu, banka, muhtarlık vesaire... Yine de birkaç yıl boyunca soyadı değişikliğinden doğacak aksiliklere göğüs germek gerektiği de cabası.

Araştırmacı yazarlık kolay iş değil; geliyoruz hikâyenin teknik tarafına.

Mâlum, eskiden soyadı taşımak mecburiyeti yoktu ve elbette bu durum kimlik tesbitinde hayli karışıklığa yol açıyordu. Devrin hükümeti de 1934 senesinde bir kanun (sayı: 2525) çıkardı. Kanunun ilk maddesi her Türk'ün öz adından başka bir soyadı taşıması gerektiğinden bahsediyordu. 2. madde isim dizilişi ile ilgiliydi; önce isim, sonra soyadı. 3. maddede rütbe ve memuriyet (yani yüzbaşı, general, paşa, albay veya müdür, müsteşar vb.), aşiret ve yabancı ırk ve millet (yani Karakeçili, Avşar veya Macar, Fransız, İngiliz, Felemenk vb.) isimleriyle "umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç soyadlarının (yani bu yazının üçüncü paragrafında kısa listesini takdim ettiğimiz garip isim ve sıfatlardan bahsediliyor)" kullanılamayacağını belirtiyordu.

"İyi ama" dediğinizi duyar gibiyim, "bu kanun hükmü neredeyse yalama olmuş; ben bu niteliklere uymayan pek çok soyadı hatırlıyorum!"

Olabilir, biz devam edelim:

Kanun zaten kısacık bir şey, ayrıntıları düzenlemek için hükümet o sene içinde bir nizamname (yönetmelik) çıkarıyor. Yönetmeliğin 39. maddesi, tâbir-i âmiyâne ile zurnanın zırt dediği yer. Bu maddeye göre herhangi bir şekilde soyadı kütüğüne işlenmeyen kişilerin takibi köylerde muhtar ve ihtiyar heyetlerine, kasaba ve şehirlerde belediye memurları veya onları temsil eden kişilere veya doğrudan belediye reislerine (yok daha neler?) yüklenmiştir. Bu kişiler bildirimde bulunmayanları tespit edecek, soyadlarını deftere geçecek, alınan soyadının hizasına imza, mühür veya parmak izi konulacak ve defterler nüfusa teslim edilecektir.

Anladınız değil mi?

Bu kadar iş için yönetmelik, 2 Temmuz 1936 tarihine kadar vade veriyor.

Şimdi filmi geriye sarıyoruz! Nasıl oluyor da bu garip ve gülünç soyadları ortaya çıkıyor meselesini zihnimizde canlandıralım biraz...

1936 yılının harman zamanı; ahali tarla tapan işiyle meşgul, daha önce "soyadı alınacak millet, cezası da var, gelin şu işi vaktinde görün" diye ikaz edilmiştir ama ihmâlliğimiz dillere destan; son dakika gelmeden pek kımıldamayız.

İşte bu noktada iki ihtimâli göz önünde tutmak durumundayız.

1- Vakit daraldıkça bazı vatandaşlar muhtara veya belediyecilere gidip, "şu soyadı işini halledelim kurban, bir hayrediver, harmanı bırakıp geldim" diye yalvar-yakar olur; görevli de, "anan seni Kadir gecesi doğurmuş; bas şuraya parmağını" deyip, hizasına soyadı olarak mesela "Tavasapı"nı konduruverir!

2- Son gün geldiğinde muhtar veya bir başka görevli, tek tek milletin kapısını aşındırmaktansa bir tenha yere kurulup defteri kucağına çekerek sevdiği ve tanıdığı kişilere "Arslan, Kaplan, Yılmaztürk, Çelikpençe, Eroğluer" gibi hamâsi bir isim armağan eder; sevmediklerine ise "beğenmezlerse sürünsünler mahkemede", diye homurdanarak yukarıda misâli verilen sıfatlardan birer soyadı uyduruverir.

Olsa olsa böyle olmuştur; kuru kanun ve yönetmelik hükümlerinden benim çıkardığım senaryo işte bundan ibaret. Doğrusu o günleri iyi hatırlayan, özellikle kasaba ve köylerde olup-biteni anlatacak birini bulup soramadım, o yüzden bu şekilde tahmin yürütüyorum.

Yeri gelmişken okuyuculardan rica edeyim; bu senaryoyu gerçekçi bulmayıp, "doğrusu budur, vaktiyle büyüklerimiz böyle anlatmışlardı" diyen birileri çıkarsa onların verdiği malumatı da ayrıca değerlendirmeye hazırım efendim.


Kaynak (Arşiv)