Rüyalar gerçek olsa!..

Otomatik uyandırma düzeneği sabahın beş buçuğuna ayarlanmış olan müzik setinin hoparlöründen yükselen madeni ses, yeni disiplin yönetmeliğinin en can alıcı maddelerini okumaya başlayınca Kemal Bey, otomat alışkanlığı ile yataktan kalkıp duşunu aldı.

Tıraş esnasında favorilerin kulak meme hizasını geçmemesi gerektiğini hatırlayarak hırdavatçıdan satın aldığı mikrometre ile sakal başını ölçüp jiletle gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra hızla tıraşını bitirdi. Yönetmelikle ilgili ilk dedikoduları işittiğinde küçük top sakalını acımadan kesmiş, anayasada açıkça yer almasa da omuzlarına kadar düşen uzun saçlarını da "ne olur ne olmaz" gerekçesiyle "pehlivan tıraşı" modunda kısalttırmayı uygun bulmuştu. Dişlerini Başbakanlık takip merkezinin yayınladığı son sağlık yönergesi gereğince ikiyüz kere sağlı sollu ve çaprazlamasına fırçaladıktan sonra üniversite senatosunun kararıyla standardize edilerek 800 kaloriyi geçmeyecek şekilde düzenlenmiş üç kahvaltı opsiyonundan ikincisini, yani marul yaprağı, havuç rendesi ve yeşil pırasa yapraklarından oluşan listeyi seçti. Lokmaları uzun uzun çiğnedikten sonra iç disiplin talimatnamesi uyarınca 60'ar saniyelik fasılalarla yutmak, doğrusu dâhiyane bir fikirdi. Çağdaş uygarlık buydu işte! Hele lacivert kruvaze ceket, gri pantolon, mavi gömlek ve kırmızı kravattan oluşan beylik üniforma standardının bütün fakültelerde mecburi hale getirilmesi çok daha müthiş bir fikirdi ve böylece giyimine harcadığı para neredeyse dört kat azalmıştı.

Her sabah yedi buçukta kampus alanında bütün öğrenci ve öğretim üyelerinin bir araya toplanmasıyla icrâ edilen sabah törenine yetişebilmek için hemen yola çıkmalıydı; harika bir şeydi bu canım: her fakülte, beyaz kireç çizgilerle bölünerek kendisine ayrılan alanda toplanıyor, anabilim dalı başkanları bölüm başkanlarına, bölüm başkanları ise dekana sabah yoklaması vererek, üniversite genel sekreterinin mikrofondan verdiği komutla hazırola geçiyorlar ve daha sonra bütün üniversite hep bir ağızdan Onuncu Yıl Marşı'nı okuyorlardı. Fakülte flamaları dalgalanırken öğrencisinden rektörüne, hizmetlisinden profesörüne hep bir ağızdan aşk ve heyecanla gürül gürül okunan Onuncu Yıl Marşı'nın yarattığı etki, her defasında Kemal Bey'in tüylerini diken diken ediyor, kapıldığı ürpertiyi ancak fakülte mensuplarının iştiraki ile yapılan sabah sporu esnasında yatıştırabiliyordu. Özellikle öğrencilerin uygun adımla ikişerli kol halinde dershanelere doğru yürümesi esnasında gözleri nemleniyor, dersin başlamasından önce fakülte mensuplarıyla birlikte beş kilometre sabah koşusu yaptığını bile aklına getirmeden terli terli dershaneye giriyordu. Bir devlet büyüğü çıkıp da sabah sporundan sonra duş alınmasını yönetmeliğe ilave ettirse daha güzel olacaktı ama amirlerinin takdirine karşı düşüncede bile saygısızlık göstermek her defasında ürpertiyordu Kemal Bey'i. "Duşun sırası değil Kemal" diye azarlıyordu kendini; "ülkenin daha nice problemi dururken.."

Kürsüden sıralara baktığında gördüğü intizam karşısında her defasında içinden "işte 21. yüzyılın çağları aşmış üniversite gençliği bu..." diye düşünmekten kendini alamayan Kemal Bey, o şevkle daha önce sayfa sayfa onaydan geçirilerek mühürlenmiş ders notlarını okuyor ve öğrenciler not tutmaktan yorulduklarında, onları dinlendirmek maksadıyla dersin konusu hakkında sağda solda ileri sürülen aykırı fikirlerin zararlarından söz ediyor, millî birlik ve beraberliğin öneminden, bilimde doğrunun tekliğinden hareketle öğrencilere şu genç yaşlarında aykırı fikirlere kapılarak sistemin temel ilkelerini kökünden dinamitleyecek örgütlere yem olmamalarını hatırlatıyor ve her dersin sonunda devletin güvenlik güçlerinden kaçılamayacağını, vakit varken yüce yargıya teslim olmaları gerektiğini vurgulayarak sözlerine son veriyor, buna mukabil "bizim bir suçumuz yok ki, kime ve niçin teslim olalım?" şeklinde kafa karıştırıcı ve çocukça sorularla dersin ahengini bölmeye kalkışan öğrencileri tahtaya kaldırıp yarım saat tek ayak üstünde durma cezası uygularken içinden "tertip, nizam, disiplin ne güzel şeyler, ne kadar mutluyum!.." diye geçiriyordu.

Çalışma odalarına yerleştirilen "güvenlik" kameraları, hafta başlarında nizamiye önünde yapılan "tırnak ve temiz mendil muayenesi", hafta sonlarında düzenlenen "zararlı fikirlere kapılan öğretim üyeleri ve öğrencileri ıslah toplu terapi seansları" neyse fakat, paydostan yarım saat önce fakülte bünyesinde toplu olarak icrâ edilen "milli birlik ve beraberliğe aykırı kitapları yakma töreni"ne katılmak kağıt dumanına karşı küçük yaşlardan beri alerjisi olan Kemal Bey'in fena halde zoruna gidiyordu. Olsundu; bu kadarcık kusur kadı kızında da bulunurdu!

Çöp kamyonunun motorundan yükselen gıcırtılı şanjman hırıltısıyla yatağından fırlayan Kemal Bey, bir an nerede olduğunu anlamaya çalışırcasına debelendi. "Kahretsin, yine aynı rüyâ" diye kahırlanıp yeniden yatağına çöktü. "Emekli oldun, artık emeklisin" diye geçirdi içinden; nice zamandır aynı rüyaları görüyor, sonra onca emeğine rağmen pek az şeyin değişmiş olduğunu hatırlayarak kahroluyordu.

Banyodaki aynada uzamış sakallı, yorgun çehresini seyrederken hâlâ rüyâsının tesiri altındaydı.

-Neyse ki rüyalar var, diye düşündü.


Kaynak (Arşiv)