O tatlı güz üşümeleri
Üşüme nöbeti öyle bir şeydir ki, tutulduğunuzda sıcaklığına ilticâ edecek bir yeri değil bulmak, tahayyül bile edemezsiniz. Ten değildir üşüyen, sanki rûhunuz amansız bir ürperti sağanağına kapılmış gibi sakalından buzlar damlatan bir ummânın ortasında döneleyip durmaktadır.
Sıradan üşümelere can kurban. Adı üstünde nöbet bu; tabiblere sormadım fakat galiba kandaki iltihap nisbetinin aşırı raddelere varmasından doğan bir iflâs hali olsa gerek. Vücudun sıcaklığını düzenleyen merkezin iflâsı. Tersi de vakidir; 'humma' deriz ve büyük ateş nöbetleriyle bedeni tahrib eden tehlikeli bir hastalıktır.
Bundan otuz sene kadar önce böyle bir güz gününde gençlere mahsus bir ihtiyatsızlığa kapılarak sırtımda incecik bir gömlekle şehirlerarası otobüs yolculuğuna çıkmıştım. Sabahın erken ışıklarıyla birlikte otobüsten indiğimde herkes bir miktar üşüyordu ama ben bir türlü zaptedemediğim bir titreme nöbetine tutulmuştum. Üç dört kilometrelik yolu nasıl yürüdüğümü, eve kadar nasıl gelebildiğimi hâlâ hatırlamam. Sadece kapıda endişeli bakışlarla beni karşılayan anneme,
-Üşüyorum, üstümü örtün; ne bulursanız örtün, diye sayıkladığımı biliyorum.
Meğer ayak parmaklarıma musallat olan iltihap bir gecede gemi azıya alarak yapacağını yapmış. Hafakanlar, kâbuslarla dolu günler; ancak fındık iriliğinde antibiyotik haplarıyla bir haftada teskin edilebilen iç zonklamaları...
Hayır, bu türlü üşümeleri kasdetmiyorum; tatlı üşümelerdir murad ettiğim; şuna güz üşümeleri de diyebiliriz. Hani tertipli ve tedbirli adamlar vardır, sabah evden çıkarken güneşin fettan tebessümlerine kanmayıp yedeklerine bir de yün süveter almayı ihmâl etmezler ve rüzgâr azı dişini gösterince kazaklarına bürünüp kendilerini emniyete alırlar ya öyle bir şey. Tam mevsimidir, güneşin çizdiği eğri ufuk çizgisine doğru yaslanmış, arsız yaz sıcağı için sayılı saltanat günlerinin sonu görünmüştür. Gün ortasında ansızın bastırıveren yağmurların ardı gelmez ama güz işaretidir. Suhûnet üç-beş derece düşer, akşamları dışarı çıkarken kazak, ceket neviinden şeylere ihtiyaç hissedilir ve bir sabah güz serinliği kapıyı çalıverir. Daha kalınca, uzun kollu gömlekler sahneye çıkar, ince ceketlerin günü doğar.
Kışa doğru geldikçe evlerde battaniye diye bir şeyin varlığı hatırlanır.
Soba veya kalorifer tutuşturmak için henüz çok erkendir ama güz serinliğinin ten ısırıcı keskinliği iyiden iyiye hissedildiğinde battaniyelerin saltanat mevsimi başlar. Şöyle harmaniye gibi sırtınızdan geçirdikten sonra oturduğunuz divanda ayaklarınızı kıvırıp kendinizi yün sıcaklığının tatlı rehavetine bürürsünüz. Yanı başınızda sıcacık demli çay, elinizde bitmesine gönlünüzün hiç razı gelmediği bir kitap, olmadı televizyonda tatlı bir mahalle dizisi.
Üşümek küçük saadetlerdendir; genellikle üşüdükten sonra ısınmanın insanı mutlu ettiğini zannederiz ama bu küçük mutluluğu tatlı üşümelere borçlu olduğumuzu nadiren hatırlarız.
Mübareğin yeterli miktarı hayattır, enerjidir, dikkattir, mücadeledir. Zihni yoğunluğumuzu artırır, dimağı tazeler, vücudu derleyip toparlar, kan dolaşımını hızlandırır, iş verimimizi artırır; vitamin gibidir hazret.
Başkalarının zevkini bilmem; belki tatlı güz üşümelerine iptilâ kesbettiğimden midir nedir, daha ziyade kışlık giyeceklerimi severim ben.
Kasketler, boyun atkıları, montlar, kabanlar, pardesüler, kazaklar, süveterler, fanilalar, kalın çoraplar, ayak bileğini kavrayan botlar, kalın pabuçlar ve eldivenlerin saklı durduğu köşelerinden çıkarılıp gündelik kullanıma âmâde kılındığı gün ne güzeldir. Bir yanda mutfak ihtiyaçları için reçel, salça, turşu, erişte, peksimet (ah nerede?) cinsinden tedarikler görülürken ev hanımları kıyı-bucakta naftalinleyip sakladıkları kışlıkları gün yüzüne çıkarırlar. Zevkler tartışılmaz derler; ben naftalin kokusunu severim.
Tabiat aslına rücû etmektedir; uzay boşluğunun asıl tabiatında soğuk vardır; fiziki planda hayatı idâme ettiren enerji, uzayın soğukluğu yanında kadri bilinmesi gereken bir nimettir.
Her güz mevsiminde tabiat ölür ama ne kadar asîl ve yüksek estetik değerlerle dolu bir ölmeye yatıştır o. Ağaç yapraklarının çılgın renk çeşitlemelerinde kibritin sönmeden bir önceki parıldamasını hatırlatan bir şavkıma sezmez misiniz? Yeşil, kızılla sarı arasında bin bir ara renge dağılarak son nefesini verirken 'opus magnum'unu, yani en güzel eserini bestelemektedir.
Güz mevsimini ihtiramla uğurlayalım; nimettir, kadrini bilelim.