Mizah deryasına ben bazı bazı ...
Mizahı ıskalamamak lâzım; politik mücadelenin en acıtıcı, en netice aldırıcı, en caydırıcı faslını mizah teşkil eder fakat mizahla uğraşmak bizde en hafif tâbirle fâsık bir şey sayılır.
Türkiye"de mizah yazısı yazmak çok kolay; zorluk, yazılan şeylerin okuyucuda genellikle mizah tesiri uyandırmamasında yatıyor; "e n"olmuş yani, şimdi gülmemiz mi gerekiyor?" tepkisi geldiğinde iş bitiyor ve bu defa siz, "acaba ben ne yapıyorum" diye kendinizi didiklemeye başlıyorsunuz.
Delil mi istiyorsunuz; buyrunuz bir deneme yapalım. Aşağıda okuyacağınız satırlar, virgülüne bile dokunmadan DSP"nin kurultayıyla ilgili gazete haberlerinden alınmıştır.
"Rahşan Hanım"ın yıllarca gecekonduları dolaşarak somut çözümler ürettiğini ifade eden Ecevit, demokratik sol kültüre katkılarından dolayı eşine teşekkür etti. (...) Ecevit, işçi hareketini güçlendirmek için sendikacılarla lobi yaptıklarını ve sonuca ulaşıldığını söyledi. (...) Ecevit, "CHP"de ciddi bölünmeler oldu. Bölündük; ama bölündükçe arındık ve arındıkça da güçlendik" dedi.(...) Ecevit, "Benim de yanlışımla ABD"den gelen bir uzmanın katkısıyla erken seçime gitmek zorunda kaldık. 1,5 yıl daha iktidarda kalsaydık enflasyon düşecek, ekonomi düzelecekti. (...) Köylüyü yoksulluktan kurtarmak gerekir. Bu görüntüyle AB"ye girilmez. Olabildiğince çabuk Meclis"e girmeli ve köylüyü kurtarmalıyız. Tarlalara gidip köylülerle birlikte olmalıyız. 1970"li yıllarda hangi köyde bir sorun olsa biz oraya taşınıyorduk. Siz de köylünün ayağına gidin. Ben nasıl yaptıysam siz de öyle yapacaksınız. (...) Ecevit, 3 Kasım 2002 seçimlerinde Köy-Kent"in pilot bölgesi Ordu"nun Mesudiye ilçesinde partisine sıfır oy çıkmasını, "neden böyle bir sonuç çıktı anlamadım" şeklinde yorumladı. Ecevit, "benim ömrüm yetmedi ama Köy-Kent projesini sizler hayata geçireceksiniz. Köylüyü de Türkiye"yi de kurtaracaksınız" dileğinde bulundu.(...) Ecevitler"in çocuk sahibi olamaması, sinevizyonda, "ülkeye adanmış bir yaşam nedeniyle çocuk sahibi olamadılar" sözleriyle anlatıldı. Ecevit konuşmasında, Sakarya"da meydana gelen tren kazasında makinistlerin değil, siyasal sorumluların hesap vermesi gerektiğini söyledi. (...) Siyasi partiler kurultaya temsilci yollamadı. DSP"nin bazı ağır topları da salona gelmedi. Genel başkan yardımcısı Tayfun İçli, Zekeriya Temizel, Hikmet Sami Türk ve Uluç Gürkan kurultaya katılmadı. (...) Kurultayda partinin gelir-gider tablosu da onaylandı. DSP"nin kasasında 76 trilyon 108 milyar lira bulunduğu ortaya çıktı. Partinin sadece altı aylık faiz geliri, 11 trilyon 851 milyar lira"
"E n"olmuş yani, şimdi gülmemiz mi gerekiyor?" diye soruyorsanız, gazetenin bir başka sayfasına geçmenizi tavsiye ederim çünkü yukardaki alıntıların ne türlü mizah unsurları ihtiva ettiğini lâyıkıyla izah etmek için hafifletilmiş bir köşe yazısından ziyade, zamanla mukayyed olmayan ve yakın dönem siyasi tarihin belli başlı dönemeçlerine ışık tutan bir seminer çalışmasının ardından kapsamlı bir mukayese ve tahlil gerekecektir. Mizah ise bu kadar fazla atıfta bulunmayı kaldırmaz. Latife hem latîf hem vecîz olmalıdır. Dünyanın en bedbaht adamı da anlattığı fıkrayı, fıkra bittikten sonra izah etmeye kalkışan adamdır.
Şu demiryolu kazası ile ilgili haber ve yorumları alt alta sıralasam bırakınız pazarlık köşe yazısını, mizah romanı olur. Cumartesi gecesi dandik bir televizyon kanalında kaza tartışılıyordu ve ben sırf "ne zaman kazanın sorumlusu olarak imam hatip okullarını veya tarikatçı yapılanmayı ilan edecekler?" merakıyla seyrediyordum. Beklediğime değdi, fazla geçmeden konuşmacılardan biri lâfı döndürüp dolaştırıp "Fethullahçı, tarikatçı yapılanmalar"a getirince kendimi tebrik ederek televizyonu kapatıp yatmaya yollandım.
E, mizahın bu derece sıradanlaşmasının menfi tesirlerinden başlıcası mizahtan lezzet alamamak, hatta onu fark edememek biçiminde tecelli ediyor. Mesela bir bakan istifa etmesi gerektiği bir anda, "biz korkak değiliz; zor durumlarda çekilip gitmeyiz" deyince biz bu lâfı ciddiye alıp içimizden "helâl olsun ne yürekli adam; devlet adamı dediğin böyle olur" diyoruz ve böylece işin bütün esprisi güme gidiyor. Meselâ düşünün ki Nasreddin Hoca eşekten düşmüş ve siz tesadüfen oradasınız. Hoca üstünün başının tozunu silkeleyip, sızlayan mafsallarını oğuşturduktan sonra size yan gözle bakarak, "iyi oldu, zaten inecektim" diyor ve siz, "hakikaten öyle hocam ne demişler, sabırla koruk helva olur" gibi bir karşılık veriyorsunuz.
Oluyor mu; olmuyor tabii!
O hangi antik tiyatro binasıdır bilmiyorum ama öyle diyorlar; bu tiyatrolardan birinin duvarında, "ahlâksızlıkları gülerek cezalandırıyoruz" diye bir söz kazılıymış mermere. "Gülerek cezalandırmak" bize ters bir iş; biz gülerek değil asarak cezalandırmayı severiz daha çok. Gülmek hafiflik gibi gelir. Ciddiyeti severiz vesaire vesaire... İdam cezası da kaldırıldığına göre artık siyasi muhaliflerimizi başka türlü usullerle ifna ve imha etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Mizaha ne dersiniz?
"Tarlalara gidip köylülerle birlikte olmalıyız" cümlesinden başlayabiliriz meselâ!