"İndira gandi!"

Bundan sekiz on sene önce bilgisayar ortamının ve ekranın kâğıt yerine ikaame edilebileceği düşüncesi vardı; hatta çevreciler, "iyi olur, ormanlar kurtulur" diye vakitsiz sevinçlere bile kapılmışlardı ama hayır; kâğıt gibisi yok ve olmayacak. Gazete kağıdı gibi dürüp bükülebilen, hatta sofrabezi niyetine kullanılabilen esnek, hafif ve ucuz plazma ekranlar bakkallarda satılsa bile kâğıdın yerini hiçbir şey tutamaz: İllâ ki kitaplar söz konusu olduğunda.

Geçenlerde bir sahafa yolum düştü; o daracık, basık ve havasız dükkânda saatlerin nasıl geçtiğini bilemedim; içimde bir, "acımasız zengin olacaksın; kamyonu dükkânın önüne çektirip sahafa, 'kaç kuruş hemşerim" deyip ağzından çıkan ilk rakamı trink diye bastırarak ne var ne yok götüreceksin eve" duygusu geldi geçti. Sahaf ardımdan "iyi kazıkladım enayiyi" demiş olsa bile.

Para harcamanın "klas" seviyesine yükseldiği ender yerlerden birisi de kitaptır tabiatile. Kitapla kurulan her nevi münasebet mübârektir; ister alıcı ol ister satıcı; ister seyircisi ol ister koleksiyoneri; ister okuyucu ister "kitap yiyici"; biliyor muydunuz, adına "bibliofagie" diyorlarmış yemek iştahı derecesinde kitaba muhabbet duyanlara...

Tövbe tövbe...

Hangi birini nasıl seçeceksiniz; dağ gibi vekâlet klasikleri yığmış bir yana, hani şu Milli Eğitim Klasikleri'nden. Ne zaman bir sahafta klasiklere bakacak olsam, "bunu da mı yayınlamışlar vaktiyle" diye hayrete düştüğüm o muhteşem seri. Sahaflarda hâlâ gıcır gıcır, forması bile açılmamış olanlarını bulmak mümkün. Eski kitabın okunmamışını (erbabı "temiz" der) ele geçirmek başka zevk ama iyice okunup hırpalanmışını da severim ben. Halamın "Evrâd" mecmuası öyleydi meselâ; sayfanın köşeleri her gün en az bir kere çevrilmekten neredeyse meşine dönecek kadar kararmıştı. O kadar değilse bile, kenarına bir şeyler yazılmışı, satırları çizilmişi de makbul tutarım çünkü önceki sahiplerinden izler taşırlar. Bazen bir kaşe, bazen imza, isimler; kitapla insan ilişkisinden arta kalanlar...

Varlık Yayınları meselâ; Yaşar Nâbi Nayır'ın "sadaka-i câriye"si resmen; kitap olan evde en az birkaç tane Varlık kitabı da olur. Günahlarını almayalım yazarları, mürettipleri, satıcıları belki bu işten zengin olmamışlardır ama okumayı sevene Varlık kitaplarının mutlaka hayrı dokunmuştur. Vaktiyle ucuzdu, eskisi de ucuz.

Hayatlar, Yedi Günler, Radyo Mecmuaları, Resimli Roman tefrikaları... Meraklısına Hüseyin Cahit Yalçın'ın muhteşem Fikir Hareketleri dergisi bile bulunur aranırsa; evet tuzluya mal olur ama tam takım Şehbal'in, Servet-i Fünûn'un veya Sebil'ül Reşad'ın peşindeyseniz paraya kıyacaksınız; acımamasına!

Doğan Kardeş kitapları vardı vaktiyle; eline ne geçerse deli gibi okuyan ve kitaba ayıracak pek az harçlık edinebilen bizim gibilere göre fazlaca kalantor işiydi (yani mukavva ciltli, sırt dikişli, temiz baskılı) ama ne güzel kitaplardı; Eflatun Cem'in "Gökten bir elma düştü"sünü buldum; ânında "indira gandi". Evet, argo tâbir ama güzel kitabı mâkul bir fiyata ölene kadar sahiplenmek fiiline güzel yakışıyor. O gün bir hayli "indira gandi" yaptım netice itibariyle.

Derken aklıma düştü, "yahu bizim harikulade güzel resimlerle müzeyyen bir alfabe kitabımız vardı hani; kapağında Atatürk'ün Ülkü'ye okuma yazma öğrettiği o meşhur pozu bulunan, içindeki resimlerini Ressam İhap Hulusi'nin eskimeyen çizgileriyle çizdiği o müthiş kitap:

-Baba bana bal al. Al atay sana bal!

O resimdeki yuvarlak teneke kutu içindeki petek balını her hatırlayışımda bal yemiş gibi olurum; ihtiyar dedenin altında bastonuyla beklediği elma ağacının dolgun elmaları gibisine ise hiç rastlamadım.

En arkada acaba o meşhur "Türklerin göç yolları haritası" var mıydı?

Anlıyorsunuz ki her devrin bir kitap zevki, bir kitap anlayışı, hatta kitap sayfalarının tertib biçimi vardır; bizim zamanımızda formaları üst üste getirip matbaa giyotini ile sırtını "harpadanak" keserek adi tutkalla kapaklamak usulü yoktu meselâ, forma diye bir şey vardı ve forma nizamı ile bir araya getirilip sırt dikişi yapılan kitap kolay dağılmazdı. Kapaklar genellikle "trikromi" denilen üç temel renk için kullanılan çinko klişelerle basılır, renkli kapağa güç yetiremeyenler matbaa hurufatı ile sade bir kompozisyonla yetinirlerdi ve inanmayacaksınız, o günlerde enflasyon çok düşük olduğu için her arkaya "fiyatı bilmem kaç kuruştur" ibaresi kapakla beraber basılırdı.

Bitmedi, plaklar da var sırada; 78'likler, 45'likler; eski sûretler, eskimeyen sesler, artık kültür tarihimizin belgeleri haline gelmiş plak kapakları.

Hele eski kitap kokusu; kitabın herhangi bir sayfasını açıp burnunuzu dikiş yerine doğru gömerek içinize çekeceksiniz; kokladığınız şey biraz da şahsi tarihinizdir.

Hâsılı cüzdan bir miktar hafifledi ama değdi.

Şimdi herkes kendi sahafını bulsun; sonrası, "indira gandi".


Kaynak (Arşiv)