İftar vakti lokantalar dolu oluyor
Yazı şöyle başlar:
Oruçlu değilsiniz; nasıl derler... Bu işlerle pek aranız yok, akşamüstü lokantaya gidiyorsunuz: Aaa!..
"Bu eğilim daha önceden başlamıştı da ben mi yeni fark ediyorum acaba, yoksa gerçekten yeni mi? İftar vakti, lokantalar dolu oluyor. Normal akşam yemeği vaktine yakın düştüğü için mi başladı? Sanki eskiden herkes evine gider, orucunu orada bozardı. Bu yıl, birkaç seferdir oluyor, gittiğim yerleri bayağı tıka basa dolu buluyorum. Yalnız, bu dediğim, normal olarak içkili lokantalar. Herkesin öncelikle içkili bir akşam yemeği için seçtiği yerler. Ama bu dediğim müşteriler, belki başka zamanlarda onlar da içkili yemeğe gelmekle birlikte, bu ay durum böyle değil. Bütün masalarda ayran ve Coca- Cola şişe ya da kutuları duruyor. Lokanta, Ramazan münasebetiyle, içki vermeyi büsbütün kesmiş değil. Ama bir 'rejim değişikliği' de var. Birinde, 'Azıcık bekleyin' dediler. 'Ne kadar?' Sekiz buçuğa doğru başlayacaklarmış. Anlaşılan o zamana kadar iftarcıların çoğu gidiyor. Ama sonra bunu dert etmeyip hemen içkiyi getirdiler. Ötekine -vaktinde akıl edip- telefon ettim; 'Saat dokuzdan sonra' dediler. Vazgeçtim gitmekten, tabii. Bu yıl da böyle bir moda!"
Yukarıdaki paragrafta çift tırnak içine aldığım ifadeler bana değil, bir başka yazara ait. İsmini zikretmemde mahzur yok ama yanlış anlamasını, incinmesini istemiyorum. Eleştirdiğim filan da yok; tam aksine zevkle okudum, samimi buldum, hatta "aa, bu olgu başka bir açıdan demek böyle görünüyormuş" tecrübesini kazandırdığı için hoşuma bile gitti. Devam edelim mi alıntıya; edelim. O kadar mâsum ve hoş bir mantık takib ediliyor ki, kapılıp gidiveriyorsunuz:
"Şimdi, söylediğim gibi, bu lokantalar (kebapçı vb.) aslında içkili yerler. Adam yemeğini beğeniyor, orada iftar etmek istiyor da geliyorsa, bunu da bilerek geliyor olmalı. Bu durumda, iftara gelen müşterinin talebi üstüne mi 'Saat bilmem kaçtan sonra' diyor müessese, yoksa ortada böyle bir talep olmaksızın kendi mi böylesini uygun görüyor? Formüllenmiş, noter tasdikli, mühürlü bir talep olmayabilir, olmaz da zaten. Ama herhalde lokanta sahibi bir şey seziyor, havadan bir nem kapıyor ki, böyle bir uygulamaya geçiyor. Ama bu da tuhaf bir şey. Bir baskı, sonuç olarak. İçkili olduğunu bildiği yere iftar açmaya gelen kişi, orada içki içen insanlar görmeye de hazır olmalı. Buna karşı bir rahatsızlık belirtmeye hakkı yok. Ve o böyle bir rahatsızlık belirtirse, lokanta adına konuşan kişi ona bu cevabı vermeli. Yoksa, 'irtica tehlikesi' dedikleri şey bu mu? Başta dediğim gibi, yeni görmeye başladığım bir durum bu. Gerçekten yeniyse, bir 'değişim'i işaret ediyor demektir. Öyleyse değişimin yönü nereye doğru? 'İrtica' ise 'geri'ye doğru olmalı. Öyle mi?"
Yazarı alınmasın ama benim aklıma şöyle bir manzara geliyor; Yazar, o gün merak edip oruç tutmuştur; vakit ikindi sularıdır ve gazeteden âcilen yazı beklenmektedir. Yazarımız ise biraz da oruç keyfiyle el menziletü beyn'el menzileteyn makamında tatlı bir istiğrak halindedir ve yazmak için hiç de havasında değildir. Bu ahvâlde iken dün akşam gittiği lokantayı ve oturduğu masanın üstündeki kola ve ayran şişelerinin dramatik anlamını hatırlar.. bunlardan pekâlâ bir yazı çıkarabileceğini düşünerek...
Biz en eyisi yine yazara bırakalım sözü:
"Yıllardan beri konuşuruz, her Ramazan'da, daha önce olmadığını düşündüğümüz bir şeyler tespit ederiz. Şimdi hatırlıyorum, birçok içkili yer, örneğin Kör Agop'un meyhanesi gibi, 'meyhane' kimliğiyle tanınan yerler kapanırdı. Kapıya da 'Ramazan münasebetiyle kapalıyız' diye yazarlardı. Bu onların 'Ramazan saygısı'ndan çok, gerçekçi bir hesaba dayanırdı çok zaman. Ramazan'da müşteri iyice azalır, belki içmeye devam edenler bile bunu dışarıda yaparken görünmek istemezdi. O zaman kapatmak ve gereksiz masrafa girmemek daha akıl kârı görünürdü. Ayrıca, bu gibi yerlerde gerekli olan onarım, yeniden düzenleme, yeni dekorasyon gibi işler için de Ramazan uygun gelir, bunlar yapılırdı. Böyle şeyler mutlaka gene oluyordur, hatta çoğunluk buradadır, ama dediğim gibi, açık duran ve ayran ve Coca-Cola refakâtinde iftar açılan yerler de görülmeye başladı. Bu da bana biraz daha hoşgörülü bir hayat tarzı kurmaya elverişli bir durum olabilir gibi görünüyor. Ama gerçekten öyle olabilmesi, bir tarafın isteklerinin öbür tarafı susturmamasına, sindirmemesine bağlı. Yerleşik alışkanlıklarımıza pek uymayan bir anlayış gerektiriyor."
*
Vallahi billahi eleştirmek kasdında değilim; hangi ortamda yazılmış olabileceğini belirtmiştim ya az önce; tam onu andıran bir hâlet içindeyim şu an. Vakit ikindi, bir tatlı uyku bastırmakta, gazete elimden düştü düşecek ama yine de bitireyim diyorum. Sanki Ahmet Rasim üstadın "Muharrir bu ya" isimli eserinden çifte kavrum gül lokumu nefâsetinde bir fıkra kıraat etmekteyim. Makalenin satırları sona doğru, gittikçe derin bir uykuya doğru kaykılan şuur katında periler gibi dansederek boşluğa yükseliyor. Masanın üstündeki ayran şişesine bozuk atıp, lokantacıyla laik hayat tarzı üzerine candan bezdirici bir tartışma açmak isteyen yazarın alınganlığı, cama vuran yağmur taneleri gibi zihnimde tatlı ve muttarid bir tesir haline dönüşüyor.
İtiraf ediyorum; bu Ramazan boyunca okuduğum en tatlı Ramazan yazısı buydu...
Sağol üstad; izinsiz iktibas ettiğim için de affet.