Hikâye

Bir vardı, bir yoktu. Bundan kırk sene kadar önce her şey güllük gülistanlık iken, pireler berber iken ve üstelik durup dururken ülkemiz gençliği öyle birdenbire, kendiliğinden ikiye ayrılıverdi: Bir tarafta iyi ve uslu çocuklar, öbür tarafta kötü ve yaramaz çocuklar vardı.

İyi çocuklar, derslerini muntazaman çalışıp her yemekten sonra dişlerini fırçalayan, büyüklerinin sözünden çıkmayan, büyüklerine karşı saygıyla, küçüklerine iyilik ve şefkatle yaklaşan, tırnaklarını uzamaya fırsat vermeksizin güzelce kesen ve ağızlarından kötü bir söz çıkmayan çocuklardı. Kötü çocuklar ise iyi çocukların tam tersiydi ve sanki iyi çocukların değeri anlaşılsın diye ortaya çıkmışlardı.

Uzatmayalım, iyi çocuklara o günlerde "solcu" denirdi. Solcu olmak adam olmak demekti, iyi çocuklar da adam oldukları için solcu olmuşlardı. Aslında kendi aralarında konuşurken sosyalist tabirini kullanmayı tercih ediyorlardı. "Siz kimsiniz, necisiniz, solculuk nasıl bir şey?" diye sual edildiğinde, "tabii ki çok iyi bir şey; iyilik sevmek, insan sevmek, zulme ve sömürüye karşı olmak demek" cevabını veriyorlardı. İyi çocukları en çok basın seviyordu; onlar da aslında iyi çocuktular ama daha önceleri iyi olmak yasak edildiği için içlerinde ukde kalmıştı. Bürokrasi de çok severdi iyi çocukları, üniversite hocaları da. Zaten iyi çocuklar 27 Mayıs'ta el ele verip darbe yapmış ve zalim bir hükümeti devirmişlerdi. O günden beri birbirlerinin kadrini biliyor ve yükselme yollarında birbirlerine destek oluyorlardı.

İyi çocuklar, basın, bürokrasi ve üniversite çevrelerinin desteğiyle giderek güçlenirken, a bir de baktılar ki şurdan burdan kötü çocuklar peydahlanmaya başlamış.

Bir kötü oldular, bir kötü oldular ki sormayın!

Ve derhal kötülere, kötülüğe karşı mücadele başlattılar. Uzaktan seyreden birisi, onları, kötü çocuklara değil de sıtma sineğine veya zararlı böceklere karşı savaşan haşaret ekibi zannederdi.

Gelelim kötü çocuklara!

Onlar, -bu mânâda- iyilik nedir, kötülük nedir pek bilmezlerdi aslında; öteden beri kendi hallerinde yaşayıp giderlerdi. Ekserisi yoksul Anadolu çocuğu idi. Küçük yaşlarında Kur'an kursuna gitmişler veya ebeveynlerinden dini bilgiler, aile terbiyesi almışlardı ve bu çok fena bir şeydi. Üstelik bunlar, üzerlerine vazife imiş gibi vatanı, memleketi, milleti, milli değerleri sevdiklerini ileri sürüp duruyorlardı ki, iyi çocukların en ziyade katlanamadığı bu idi.

Kötü çocuklar vaziyetin farkında değillerdi ama tesadüfen okumaya geldikleri büyük şehirlerde kendilerine "iyi çocuklar" tarafından "Faşist" denildiğini farkedince şaşırdılar. Faşist de ne demekti şimdi? Üstelik bu lâfı küfür gibi kullanıyordu iyi çocuklar; "hırsız, nâmussuz filan" gibi.

Tez zamanda ağız dalaşları, kaba kuvvet kavgalarına dönüştü. Kötü çocuklar, sevilmedikleri ve istenmedikleri bir muhitte yaşamak zorunda olduklarını farkedince bir araya gelip dayanıştılar. Ağızlarının pek lâf yaptığı ileri sürülemezdi ama iş kavga-dövüşe gelince onların da elleri ıspanak doğramıyordu yani.

Neticede iş çığırından çıktı. İyi çocuklar, kötü çocukları fakültelerine almamaya, hatta o semtten bile geçirmemeye kalkıştılar. Meseleye siyasetçiler sahip çıktılar; bir kısmı iyileri, bir kısmı fena çocukları himaye etmeye başladı. İlk olarak "iyi çocuklar" yani solcular, kötü çocuklara ateş edip öldürdüler, bazılarını işkence edip okulun yüksek katlarından atarak ortadan kaldırdılar. Bu arada iyi çocuklar, birtakım geçimsizlikler yüzünden kendi arkadaşlarını da katledip suçu kötü çocuklara atmaya kadar vardırdılar işi. İş o raddeye geldi ki çığırından çıktı, karşılıklı cinayetler, vuruşmalar yürüdü gitti.

Bu esnada gerek basın, gerek üniversite hocaları ve gerekse yüksek bürokrasi hep iyi çocukları kollamakla meşgul idiler. Ülkenin çocukları arasında resmen taraf oluyorlar, adı var kendi yok Faşizm'i lanetleyip cübbelerine bürünerek yürüyüşler yapıyorlar, hükümetler de dahil beğenmedikleri kim varsa, onları Faşist diye niteliyorlardı. Tez zamanda "iyi çocuklar"ın yaptığı fenalıklara göz yummayan polis, asker, jandarma kim varsa, onlar da faşist diye anılır oldu. Hatta çorbalarından sinek çıksa onu bile faşistlerden bilir oldular.

Garip bir durumdu. Ülkede iyi çocuklar ve onları destekleyenler hariç, geride kalan herkes Faşist olup çıkıvermişti.

Sonraları 12 Eylül'de asker amcalar, "yeter gaari ettiğiniz be bebeler" deyip idareye el koydu; iyi çocuk-kötü çocuk ayırdetmeden yakaladığını hapishaneye atıp becerebildiği kadar yargıladı. Ortalık duruldu; bu arada aynı koğuşlarda aynı kaderi paylaşan iyi ve kötü çocuklar birbirleriyle konuşmaya, birbirlerini dinlemeye başladılar. O günler bu bakımdan güzeldi ama fazla uzun sürmedi. Çocuklar tam da "yok birbirimizden farkımız, hepimiz de memleket evladıyız" diye düşünmeye başlamışken basın, kötü çocuklar aleyhindeki kan davasının peşini asla bırakmadı. Her fırsatta kötü çocukların aleyhinde bulunmayı, onları suçlamayı ve geçmişte işlenmiş ne kadar kötü eylem varsa onlardan bilmeyi sürdürdü.

Hâlâ sürdürüyor.

Kötü çocuklar da şöyle düşünüyorlar şimdi: "Bu adamlar bizi bu derece sevmediğine ve nefret ettiğine göre biz galiba o kadar da kötü çocuklar değiliz."

Bence haklılar; ya sizce?

...


Kaynak (Arşiv)