Her kurtarıcı böyle yaparsa!..
Şanlıurfa'nın düşman işgalinden kurtuluşunun 84. yıldönümü törenleri, her sene olduğu gibi yine stadyumda düzenlenen temsili törenlerle idrak edildi.
Habere göre o pek sevdiğimiz temsili canlandırma esnasında Fransız askerlerini canlandıran talihsiz aktör arkadaşlara, milli kuvvetleri temsil eden talihli aktör arkadaşlar, "hamiyyet"i vataniyye ve gayz"ı milli" ile vecde gelerek dozu aşan miktarda tekme ve yumruk ile savlet edince stadyum hoparlörlerinden şöyle bir anons yapıldığı duyulmuş:
"Arkadaşlar lütfen işin cılkını çıkarmayalım; onlar da bizim arkadaşlarımız, aslında Fransız"mıransız değiller!
Şanlıurfa'nın kurtuluşu deyince size üç"dört sene evvel Urfa'da, bizzat Urfalıların ağzından dinlediğim bir başka kurtuluş hikâyesini nakletmek vâcib oldu. Vakıa şahsen inanmadım; vebali, iki taş bir baş bu hadiseyi bana anlatan Urfalının boynuna.
Efendim bu Fransızlar Urfa'yı işgale başladıklarında herkes işiyle gücüyle meşguldür ve kimsenin olaydan haberi yoktur. Koşarak kahveye gelen küçük bir çocuk, o esnada mırra yudumlamakta olan büyüklerine meseleyi nefes nefese anlatıyor:
"Yetişin ağalar, Urfa'yı Fransız gâvuru işgal etmekte...
Kimse aldırış etmiyor, haberi duymamış gibi herkes kendi havasında. Çocuk şaşkın bir halde koşarak kahveden uzaklaşıyor.
Birkaç saat sonra aynı çocuk, yine top patlar gibi kahveye düşüyor.
"Yetişin ağalar; Fransız gâvuru isot tarlalarına girdi!
"Ne dedin ne dedin, diye siniri ayağa kalkan kahve ahalisi, "Vay namussuzlar, olacak iş mi, haydin ağalar gün cihad"ı ekber günüdür." deyip silahlarına yekindiği gibi...
Netice mâlum; 11 Nisan günü Fransızlar tası tarağı toplayıp Urfa'yı terk ediyorlar.
Ben bu hadiseyi, Urfalıların "isot" sevgisini vurgulayan, abartılı ve yüksek dozda "humour" ihtiva eden bir espri olarak kabul ettim ve o haliyle sevdim. Humour böyle bir kavram işte; insanın kendisiyle bile dalga geçebilecek ölçüde yüksek bir iç barışıklığı halini aksettiriyor.
Her neyse, bu kurtuluş günlerinde, hadisenin temsilî bir tarzda canlandırılma meselesinin, gelenekten ziyade resmi bir mecburiyet biçiminde algılanması, çok eğlenceli hadiselere sebep olmuştur. Size anlatacağım hadise, olay esnasında ilçede görevli mülki amirin yeminli şehadetine dayanıyor.
Doğu Anadolu platosunda yer alan ve vaktiyle düşman işgâline uğramış şirin ilçelerimizden birinde o gün Rus zulmünden kurtuluşun ..'nci yılı "parlak" törenlerle kutlanma hazırlığı yapılıyordu. Kutlama töreninin odak noktasını, kurtarılan ilçeyi temsil edecek olacak genç bir kız teşkil edecekti; senaryoya göre işgalci Rus kuvvetlerinin elinde esir olan genç kız (yani kasaba), millî kuvvetlerin hücumu ile bağlı bulunduğu zincirlerden kurtarılacak, düşmanı temsilen Rus askeri kılığına bürünmüş kuvvetleri teşkil eden garibanlar ise her yıl olduğu gibi ekser itibarla hücum esnasında telef olacaklar, ayakta kalanlar ise "kuzeydoğu" istikametinde tabana kuvvet kaçacaklardı.
Senaryo kusursuzdu; kasabayı temsilen "kurtarılacak olan" genç kız hazırdı; Kaymakam Bey'in lisede okuyan güzel kızı, bu anlamlı ve önemli rolü canlandırmayı kabul etmişti. "Millî kuvvetler" de hazırdı; ilçenin bütün çıtak delikanlıları, sırf memleket hizmetidir gerekçesiyle ve vatan aşkıyla milli kuvvetler safında kanlarının son damlasına kadar çarpışmaya razıydılar. Düşman kuvvetlere gelince...
Her yıl mahsusçuktan da olsa "kahpe moskof" muamelesi görmekten, kurtarma harekâtı esnasında rolüne kendini fazlaca kaptıran bir kısım milli kuvvet milislerinden morartıcı ve çürütücü yaralar alarak zararlı çıkmaktan ve üstelik bütün yıl boyunca kahvede, tarlada rolünden ötürü sarakaya alınan "düşman kuvvetler" bu defa kararlıydı; yağma yoktu; hiç kimse bu gösteride düşman rolüne soyunmak niyetinde değildi.
Aman"yaman! Duruma el koyan "resmî kuvvetler" çareyi, kasabanın tescilli ayyaşlarından "Memo"ya bir kasa rakı mukabilinde düşmanlık ihâlesini üstlenmesi teklifinde buldular; sair düşmanları Memo, nasıl olsa kendi âvânesinden temin edecek ve neticede bu yıl da kovalanacak bir düşman güruhu bulunacaktı.
Minik, önemsiz bir ayrıntı: Memo, provalar esnasında "aziz vatan" rolündeki kaymakamın kızını görünce bir tuhaf olmuştu!
Kurtuluş günü gelmişti. Kasabaya saldıran millî kuvvetler, Memo ve âvânesinin, "Dağılın bre, bizde yabana kız kaptıracak göz var mı?" nârâsıyla şaşırıverdiler. Düşman, "aziz vatan"ı canı ve kanı bahasına çiğnetmemeye kararlıydı. Kalabalığa getirip, "Kendine gel Memo, biz vuracağız, siz düşeceksiniz" ihtarlarına o mâlum iki hecelik kestirme ile cevap veren Memo, "milli kuvvetler"i önüne katarak, tribünlere kadar kovaladı. Eyvahtı, gösteri rezil olmuştu, falandı, filândı. Memo aldırmadı bile; saldırgan gürûhu püskürttükten sonra binlerce kasabalının önünde yabana kaptırmadığı "aziz vatan"a sarıldı ve kızı yanağından "şaap" diye öptü.
Öfke, ıslık, çığlık, alkış, kahkaha, kıyâmet!
Memo, kahramanlığının, nâmuskârlığının, cesâretinin ve cür'etinin ve aşkının bedelini, okkalı bir dayak faslını müteakip günlerce nezarethanede inleyerek ödedi;
Değmişti; vatan uğruna fedâ olsundu!