Havaalanında...

Özel şirketlere yurtiçi uçuşları hakkı tanınmasıyla birlikte uçak, yavaş yavaş sadece resimlerde gördüğümüz bir nesne olmaktan çıktı. Buna bağlı olarak uçak yolcusu ve havaalanı kalabalığı profili de değişmeye başladı. Bir havaalanında sadece bagajları seyretmek bile değişimi fark etmeye kâfi geliyor: Yekdiğerini hasetten çatlatırcasına şık valizler arasında artık enli bantla sıkı sıkıya sarılmış koliler, ucuz bavullar, hatta plastik poşetler de yer almaya başladı; yolcuların giyim kuşamında sıradanlaşma istikametinde bir eğilim fark ediliyor.

Demokratikleşme böyle bir şey galiba; daha önceleri mutlu azınlığın faydalandığı nimetler harcıâlem hale geliyor, sonra o standartlarda bir alelâdelik yaygınlaşıyor, ardından yeni standartlara uygun bir hayat tarzı kabul ediliyor.

Son yirmi günde leyleği havada gördük desem yeridir; üst üste gelen yolculuklarda, özellikle aktarmalı hatlarda uçmak mecburiyeti yüzünden havaalanlarında bazen altı saate kadar uzun zamanlar geçirmek zorunda kaldım. Bir havaalanında altı saat nasıl geçirilir ki; önce gazeteleri elden geçirirsiniz, yanınızda bilgisayar varsa bağlantısız internet yayınından bilistifade posta kutunuza bakarsınız; ilâveten bir iki dergi alır okursunuz ama altı saat bu, yine de artıyor.

Bu durumda oturup etrafta neler olup bittiğine dikkat kesilirsiniz; ben de öyle yaptım.

Fırsat bulsam, havaalanlarında görev yapan emniyet güçlerine yolcular hakkında neler düşündüklerini sorardım; özellikle x-ray cihazına giren yolcuları, üzerlerinde neler taşımamaları gerektiği yolunda uyaran polislere. Onlara, yolcuları kabaca kaça ayırdıklarını da sorardım; daha sonra işlerinden memnun olup olmadıklarını.

Uçakların gidiş ve geliş saatlerini (ve tabii gecikmeleri de) duyuran ekranlar havaalanlarının kalbi gibi; her yolcunun mutlaka birkaç kere bakmadan edemediği ekranlar, sivil havacılığımızın seviyesini de gösteren bir kadrana benziyor. İşler iyi gittiği sürece mesele çıkmıyor ama aksamalar başlayınca pek çok insanın o ekranları kırmak için niyetlendiğini hissettim sanki.

Havaalanlarındaki hazır yiyecek satan dükkanlarda karın doyurmaya kalkışmak, bütçesini dirhem hesabıyla yapanlar için hiç de elverişli değil. Birkaç kilometre ilerde 60 kuruşa satılan bir gazozu 6 liraya içmek, insanda "ben artık önemli adam oldum" hissi yerine, "niçin bir matara tedarik edip de dışardan meyve suyu doldurmayı akledemedim" sorusunu hatırlatıyor.

Bir arkadaş, "Türkiye'de çocuklar çok ağlıyor; yurtdışında ise tam aksine şahit oldum; ebeveynin bir bakışı çocuğu susturmaya yetiyor" demişti. Bu gözlemi havaalanlarında ve uçaklarda doğrulayabilirsiniz. Çocuk yolcuların yaygınlığı, yolcu profilindeki değişimi de işaretliyor.

Başta Yeşilköy Atatürk Hava Limanı olmak üzere hemen bütün terminallerde bakımsızlık dikkat çekiyor. Temizlik eh biraz ama yenileme ve onarma gayretleri bariz derecede düşük. Bazıları daha şimdiden otobüs terminallerini andırıyor.

Yeşilköy'deki mescid ise adına yaraşmayacak derecede döküntü bir manzara arzediyor. Sanki bir ay kadar önce pasaportsuz ve kaçak yolcuların gözaltında tutulduğu bir yerken sonradan mescide çevrilmiş bir hali var. Bodrumda, daracık bir dehlizden geçilen altıncı sınıf bir mekân. Abdest alma yerleri biçimsiz, halılar nicedir sabun yüzü görmemiş. Barlar kadar olmasa bile daha şık ve gönül açıcı bir mekan tertiplenebilirdi.

Özel şirketler, biraz da ucuz fiyatla yolcu taşıdıklarından olsa gerek müşteri memnuniyeti bakımından henüz THY ile rekabet edecek durumda değiller. Üçbuçuk saatlik bir rötarın sebebini sorduğum hostes hanım, "bütün radarlar bozuk" cevabını verdiğinde ona ne kadar komik olduğunu hatırlatmadım, çünkü ondan önce o esnada uçaklar hâlâ havalanıyor ve iniş yapıyorlardı.

Havaalanları çok ilginç yerler; telâş içinde terleye terleye giriyor ve sonra saatlerce sıkıntıdan ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Üstelik gezinti alanlarınız güvenlik sebebiyle sınırlandırıldığı için kendinizi kapana sıkışmış gibi hissetmeniz de cabası.

Bir başka dikkat çekici husus, gecikmelerin kısa ve mekanik bir özür anonsuyla geçiştirilmesine mukabil, bilette yazılı limitleri 5 dakika geçen yolcunun uçmaktan alıkonularak cezalı bilet uygulamasına gidilmesi. Tüketici dernekleri günün birinde bu meseleye kafa takarlarsa uçak şirketlerinin çekeceği var demektir. Bana göre hava muhalefeti gibi makul sebepler hariç, her gecikme saati yüzünden yolcuya gecikme cezası kadar tazminat da ödenmeli.

En güzel faslı ise insanların sevgi ve hasretle birbirine kavuşarak kucaklaştığı anlara ev sahipliği yapması şüphesiz.


Kaynak (Arşiv)