Hacı Murat
Anadollar ilk çıktığında, "yerli araba" efsanesinin bir an evvel tahakkukunu bekleyen millici takımı bile pek memnun edememişti. Araba görmemiş değildik ki; ortalık birbirinden fiyakalı ama düşük modelli iri-yarı Amerikan otomobilleri ile doluydu; "doluydu" lâfına da pek kulak asmamak gerekir aslında, orta halli bir Anadolu şehrinde hatırı sayılır esnaflara, yüksek bürokratlara ait özel otomobilleri toplasanız herhalde 30'u 40'ı geçmezdi sayısı. Üstelik "araba" gibi arabaydı bunlar: Enlemesine geniş, boylamasına uzun, kasislerde kendine mahsus bir stille yaylanması bile yolcularına keyif veren saltanat otomobilleriydi. Anadollar ise, kırsal yörelerde geviş getiren hayvanlarca kemirildiği ileri sürülen sunta-plastik karışımı bir maddeden mâmuldü, daracıktı. Üstelik insanın gözünü- gönlünü doyuracak bir heybetten de mahrumdu.
70'li yılların başlarında gazeteler, yeni bir Türk otomobilinin piyasaya çıkacağını duyurunca merak ettik; resimlerindeki gibi fiyakalı mıydı acaba? Görünce biraz hayal kırıklığına uğramadık desem yeridir; konserve kutusunun araba kılığına sokulmuş haline benziyordu ama nedense Anadol'dan daha çok sahicilik hissi uyandırıyordu. Şehrin en büyük meydanına mevzilenen taksi durağının getirttiği iki Murat'ı heyecanla inceledik ve incelemekle kalmayıp sadece 2,5 lira toka etmek suretiyle keyfini de çıkardık. Şehrin neresine olursa olsun, sadece 2,5 liraya kısa süreli bir Murat keyfi yaşamak mümkündü. Faytonların saltanatını Muratlar böylece sona erdirdi. O günlerde şehirdeki bütün faytoncu takımının kırıp-sarıp birer Murat tedarik ettikleri söylendi; bazı sürücülerin acemiliğine bakılınca bu rivayetin pek de yalan olmadığı görülebiliyordu zaten.
Bizde özel otomobillerin demokratikleşip halk arasında yaygınlaşması Murat 124'lerle olmuştur; o günler işçilerin padişahlık yıllarıydı. Arkalarında dağ gibi duran işçi sendikaları, toplu iş sözleşmelerinde işverenlerin - yani hükümetin- anasından emdiği sütü burnundan getiriyor, kız babaları memur damat adaylarına dönüp bakmazken işçi adayları karşısında "erkeğin çirkini mi olur; arslan gibi işçi çocuk işte" vaziyetleri takınıveriyorlardı. İşte o günlerde ortalama bir işçi, maaşıyla, ikramiyesiyle rahatça bir kooperatif evi bir Murat satın alabiliyordu.
Size inanılmaz gelmeyebilir ama biz bunu o günlerde inanılmaz buluyorduk!
Muratlardan sonra Reno'lar çıktı, yayıldı; özellikle kaporta yüksekliği sebebiyle köy yollarında tercih edilen bir binek olarak tanındı. Bu arada Murat'ın tasarımcıları, arabayı biraz daha otomobile benzetmek niyetiyle olsa gerek 131 modelini geliştirdiler. Sonra kuş serisinden diğer arabalar Şahinler, Doğanlar birbirini takib etti gitti.
Ama Murat unutulmadı.
Yerli otomobil sanayiini teşvik maksadıyla çıkarılan avantaj kanunu, 35 senedir arslanlar gibi hizmet verdiği halde tıkır tıkır çalışan Murat'ların sonu oldu. Kadir bilmez takımı kendi eliyle Murat'ını çürüğe çıkarıp plakasını iptal ettirirken vefadarları onu unutmadılar. O günlerde az kullanılmış (yani 200 bin kilometrede filan) Murat'lar altın gibi el değiştirmeye, yüksek piyasa yapmaya başladılar. Kaportacılar ise Murat'ın Reşad altını gibi kıymete bindiğini öğrenince piyasaya dikkat kesildiler. Derken yollarda, mühendisinin bile tanımayacağı pırıl pırıl kaportalı, motorundan boğuk, garip ve vahşi sesler çıkaran, sağı solu parlak nikelajlarla kaplı yeni kuşak Murat'lar görülmeye başlandı. Meraklıları sağdan soldan elden düşme, iyi durumda birer Murat bulup, üstüne iki-üç Murat parası daha harcayarak modifiye Murat yaptırıyorlardı. Kısa zamanda modifiye eski araba salgını Doğan serisine de bulaştı. Bagaj kapağına yazılan garip sloganların en çok yakıştığı model olan Doğanlar, Türk otomotiv sanayiinde kendi sürücüsünü inşâ eden ilk ve tek otomobil şerefini kazandılar. Kısaca şöyle oluyordu; siz kendi halinde bir vatandaş iken günün birinde bir Doğan alıyordunuz ve Doğan otomobili, sizin şahsiyetinizde daha evvel varlığını bile hissetmediğiniz önemli değişiklikler husule getiriyordu.
"Ne gibi değişiklikler yani?" diye sormayacağınızı ümid ederim. Ben, okurun zeki, çevik ve araştırmacı olanını severim zaten.
Plaka iptali furyası esnasında bir hurda Murat tedarik edip onu modifiye atelyesine sokmayı çok içimden geçirdim ama cesaret edemedim; oysaki kaportanın yarısını patlıcan moruna, kalan kısmını kavuniçi rengine boyatıp her tarafına kromajlı aksesuarlar taktıracak, bagajını iptal ettirip içine hayvanî ebatta ses cihazları yerleştirecek, ahşap-deri karışımı bir direksiyon simidi uydurup, atom farlar ve filmli camlarla hayalimdeki arabaya kavuşacaktım. Arka tarafına ise altın yaldızlı harflerle, "Yollar hızıma, kızlar duruşuma hasta" yazdıracaktım...
Olmadı; sebebini sormayınız, ben "yersizlik" diyeyim, gerisini siz anlarsınız zaten...
Peki Murat'ın Hacılığı nereden geliyor derseniz, bilmiyorum; vaktiyle 302 Mercedes otobüsleri -nedense her sene Kurban Bayramı'na denk gelen günlerde- Hacc'a yolcu taşıdığı için Hacı Mersedes lakabını hakkıyla kazanmışlardı. Muratların niçin hacı olduğunu ben de bilmiyorum; ne demişler, "el diyor ben de diyorum"
Sahi siz biliyor musunuz?