Geyik

Tavlanın kitabını en evvel ben yazdımdı da internete vermeyi unutmuşum; bak bakayım nedir bu? Dubara! Agop, Kirkor, Mişon, Salamon, nâm-ı diğer dört kaldıran! Ne oldu şimdi? Ben söyleyim Abidin evladım, mars oldun. İki mars bir ters beş eder. Yav senin gömleğin ne zaman yırtılmış, bak bak şurası, koltuğunun altındaki yer. Haa, sana zahmet hazır kucaklamışken tavlayı yerine götürüver de başkaları da istifade etsin.

Ne diyordum dubara atmadan önce? Amerika cin gibi cin. Memleketin tapusu onlarda aslında fakat belli etmiyorlar. Nerede hangi maden var, ne kadar var; ne işe yarar, kaça gider, ne zaman çıkarılır; hesabı onlarda. Biz düşmüşüz emekli aylığının peşine böyle kahve köşelerinde... Rahmetli dayım anama çok söyledi, "okutun bu çocuğu, bu oğlan zeki, yarın melmekete çok istifadesi dokanır" dedi fakat garibim dört yetimle ortada kalmış, nereden okutacak? Öğretmen de çok yalvar-yakar oldu, lakin biz mecburen ortaokul terk başladık ameleliğe. Bir gün bir ustabaşımız var, rahmetli olmuş geçenlerde, İdris usta derdik, kalıpçı ustası, dedi ki: "Oğlum Bedri, sana bu inşaatlarda yazık oluyor. Bir elinden tutan çıkmadı mı; hesap sende, resim sende, zekâ sende". Hatta benden habersiz gidip kaymakama istida bile vermiş fakat ardı çıkmadı. Her neyse, şimdi kendimi övmüş gibi oluyor. Bu Amerikalılar baktım bir gün bizim köyün oralarda sinsi sinsi dolanıyorlar, cahilliğe vurup çatpat tarzanca ile "neydiyonuz lan coniler, buralarda keçi otlatmaya mı geldiniz" diye fan fin fon sual ettik. Tarihî eser mi nedir öyle bir şey arıyorlarmış. Yalan! Külliyen yalan. Baktım çaktırmadan taş topluyor bunlar. Muhtara gidip söyledim, "emmi bu işin içinde başka işler var, aman nefes aldırma" filan, neticede muhtara bir çakmak verip gönlünü hoş etmişler. O çakmak hâlâ Muhtar'ın ortanca oğlu Nuri'de durur. Ulan bir memleketin taşı toprağı bir çakmağa değişilir mi, cahillik işte.

Alaman gavuru da keskin zekâdır ha; karşıdan bakınca sadaka veresin gelir; fakat dedem umumi harpte tanımış bunları, "Alman'ın yarısı toprağın üstünde, kalanı toprağın altında yürür" derdi, fakat ikinci harpte Ruslar kötületti bunları. Amerikalılar da beri taraftan sıkboğaz edince Alamanda fer kalmadı. Hitler ne dedi, "beni iki tarafta harbettirmeyin, sonu kötü olur" diye çok feryad etti fakat herifin soluğunu kestiler, yoksa bugün Amerika'nın yerinde Alaman oturacaktı. Ruslara gelince kulak asmayacaan fazla; niye. Niye? Çünkü herifler kafayı okumayla bozmuşlar. Yav tamam iyidir güzeldir fakat fazlası ziyan bilader. Okumak dedim de alageyiğin birini bir gün aslan sıkıştırıyor ormanda. Kaçacak yeri kalmamış. Aslanın yanında da baş müşaverecibaşısı tilki duruyor. Geyik diyor ki bunlara, "Yav arkadaş tamam, kepeğimi kestiniz, vakıt saat şu an temam oldu, beni yemeye yiyeceksiniz fakat rahmetli anamın bir vasiyeti var; onu yerine getirmeden ölürsem gözlerim açık gider". Aslan hani ormanların kıralı ya, "nedir lan geyik, bu ananın vasiyeti" diyor. Geyik bir yandan ağlıyor, diğer taraftan diyor ki, "benim doğduğumdan beri sol arka ayağımın altında bir yazı varmış; okur-yazar birini bulamadık bugüne kadar, anam da çok merak ederdi. İlle şu yazıyı okut oğlum, derdi. Ağalar elinize düşdüm, eğer okuma-yazmanız varsa şu merakımı giderin ki en azından anamın ruhu hoş olsun" diye yalvarınca tilki hemen söze karışıp diyor ki: "Yahu okumaya çok da meraklıydım fakat nasib olmadı; keşke bilse idim, bak şimdi lazım oldu". Aslan tilkiye şöyle bir bakıyor, "sen de adam mısın?" der gibi. Geyiğe, "merak etme kardaş" diyor, "hamdolsun asilzadeyiz; biraz mektep-medrese görmüşlüğümüz vardır; hele sen göster bakalım şu sol bacağının tabanını..." Geyik, aslanın tava geldiğini anlayınca bir güzel geriliyor, sol bacağını geriye doğru çekip aslanın alnının çatına öyle bir çakıyor ki, aslan o'ssaat kaykıldığını anlamıyor bile. Tilki geliyor, aslana şöyle bir bakıyor, diyor ki, "Vay canına, okumak da bir halt değilmiş; netekim gördük!"

Şimdi diyeceğim, okumak ile bir millet adam olsaydı Ruslar olurdu fekat şimdi neredeler? Evvela Evropalılardan çifte yediler, ardından Amerikalıların Ali-Cengiz oyununa geldiler; sürünüp duruyorlar. Onun için öyle çok okumadığıma esef etmem ben. Gazatalar hep yalan yazıyor zaten, okuyup da ne olacak, efendim?..

Haa Caponlara gelince iş değişir Abidin Efendi kardaşım; bir de çok bunlara benzeyen bir Çinli milleti var. Eski müfessirler Ye'cüc-Me'cüc kavmi bunlardır diye söylemişler imiş. Dikkat edeceksin. Lakin bunların hanımlarını çok medhediyorlar; diyorlar ki bir Capon kızı ile izdivaç eden erkek, dünyada cennet nedir gözüyle görür. Hanımlık bunlarda, ev-bark işleri, kocaya hörmet, temizlik-tirendazlık, çocuk yetiştirme fenlerinde Halık-ı yektâ imiş bunlar. Vaktıyla benim böyle bir gönül davam olmuştu. Turistik bir yerde villa inşaatında çalışıyoruz, bir gün baktım bir Capon kızı kalmış çan çin çon bir şeyler söylüyor; "get bacım, burda sizin dilinizden anlıyan yoktur" felan deyoruz, kız anlamıyor. Görsen nasıl, böyle 35 kiloluk bir şey. Lakin nasıl gülümser, temiz yüzlü bir kız. Dedim ki içimden lan Bedri, al şu kızı, çek git Caponya'ya hayatını yaşa. Fakat memleket hasreti deyince olmuyor tabii. Neticede kızın derdini anladık, buralarda umumi hela var mıdır fülan gibi bir şey soruyormuş. Mühendisle İngilizce fan fin ettiler de sonra mühendis söylediydi öyle.

Çinliler diyorduk değil mi... Yahu Rıza şu bayat çayları ikide bir burnumuza dayayıp durma, iki satır laf ediyoruz şurada, taze dem olunca getirirsin. Ne diyordum Abidin, ha, bu Çinliler...


Kaynak (Arşiv)