Geçiniz; hayır geçmeyiniz!
Geçenlerde nesildaşım bir solcunun hatırlarından bahseden bir kitabı gözden geçiriyordum (delikanlılar ne zamandan beri hatıra yazmaya başladılar yahu?). Mevzu, devrimci arkadaşın askerlik günlerine gelince, "şimdi kim bilir neler saçıp savuracak" diye bir peşin beklenti içine girdiğimi itiraf edeyim hemen; aynen öyleydi. Meğer o da askerliğinin yedeksubay eğitimi günlerini Polatlı'daki Topçu ve Füze Okulu'nda geçirmiş, üstelik benden iki dönem sonra Polatlı'da bulunmuş. "Hah, topçu olsun çamurdan olsun" diye keyiflendim, lakin arkadaşımız öyle tesbitlerde bulunuyor ki kendimden şüphe etmeye başladım. Meselâ Topçu Okulu'nda baskıya uğradığından, sakıncalı piyade gibi muamele gördüğünden, dayanılmaz şeylere şahit olduğundan filan bahsediyor. "Yahu" dedim, "ben Polatlı yerine bir başka yerde mi bulundum acaba?"
Erbâbı bilir; o tarihlerde Polatlı Topçu Okulu, yedeksubay eğitimi veren askeri okullar içinde en tavizsiz, disiplini ve sıkı eğitimi ile şöhret yapmış bir yerdi. Nitekim her sene ağustos ayında generalliğe terfi eden albayların niçin çoğunlukla topçu sınıfından geldiğini de sonradan fark etmiş ve şaşırmamıştım.
Baskı dediği şu gibi şeyler olsa gerek: İlan edilen her disiplin kuralı sonuna kadar takib edilir, savsaklanmaz. Meselâ yatak çarşafları, üzerinde metal bir paranın zıplayacağı derecede gergin olacak denilmişse yatağınızı öyle tertipli yapmak zorundasınız; aksi takdirde ceza görürsünüz. Ceza ise çok ağırdır; hafta sonu tatilinde herkes izne çıkarken siz okulda kalır, bütün yoklamalara katılır ve tenha koğuşlarda yapayalnız kafayı bozacak raddelere gelirsiniz vb...
Biz yataklarımızı aynen öyle yapardık; ama buruşuk çarşafları, uçlarından yatağın altına sokarak iyice gerer, sonra plastik kolonya şişesine doldurduğumuz suyla friksiyon yapıp böylece biraz sonra çarşafın ütülü gibi gerginleşmesini sağlardık. Battaniye çizgileri ise, bütün koğuş itibariyle birer çizgi oluşturacak derecede muntazam dururdu.
Çıkarken şöyle bir geriye dönüp eserimizi seyrederdik de hoşumuza giderdi.
Yatakhaneye yiyecek çıkarmak yasaktı. Şimdi hakimlikten emekli olmak üzere bulunan bir arkadaşımız, parkasının cebinde elma unuttuğu için ceza almış, kahrından diğer dolaplarda ne kadar kolonya bulduysa suyla karıştırıp içerek bir güzel kafayı bulmuştu. Cezalandırıldı tabii. Bir diğeri dolabında teksir kağıdı bulundurduğu için, öteki usturayla tıraş olduğu için, beriki botlarını güzel parlatmadığı için ceza almıştı.
Doğrusu bu gibi sert kuralları "baskı" diye yorumlamak kimsenin aklına gelmemişti; on beş gün geçmeden alışıvermiştik. Hatta ilk ayın sonlarına doğru yatakhanede birbirimizle şakalaşacak kadar rahatlayabilmiştik.
Dersler ciddi idi. 50'nin altında kalan izinsiz kalır, 90'ın üstüne yükselen hafta sonu tatillerinde ekstradan on iki saatlik izin kazanırdı; bu yüzden özellikle evli arkadaşlarımız tuvalette bile ders çalışmaktan geri kalmazlardı.
Nerden mi biliyorum?.. Geçelim!
Sıkı disiplinin ödülünü, daha sonra kura ile dağıldığımız kıtalarda fazlasıyla görünce, o günlerin boğucu atmosferi bize daha şirin görünmeye başlamıştı. Bizim topçu asteğmenleri, kışlada neredeyse yedeksubaylığın erkân-ı harbi gibi duruyorlardı. Bilmedikleri yoktu, eğitim filan vız geliyordu topçulara; istihkâmcılıktan muhabere usullerine, piyade talimnanesinden kademe nizamına kadar hiçbir konuda aksamıyorlardı.
Nerden mi biliyorum?.. Onu da geçelim!
Biz daha topçu okulunun ilk günlerinde "düğüne giden oynamalı, ölüye giden ağlamalı" düsturunu benimsemiş, galiba askerliği de biraz sevmiştik; nitekim terhis olduğu gün üniformasını çıkarırken gözleri dolu dolu olan arkadaşlarımız bile olmuştu.
Şimdi buna da "nerden biliyorsun" diye meraklanırsınız siz; biliyorum işte bir yerden...
Bu satırları okuyanlar, Polatlı'daki Topçu Okulu'nu turistik tesis zannedebilirler; değildir ama yemekleri fevkaladedir, tesisleri de öyle. Sıkı disiplini saymazsanız orada iyi zaman geçirdik, çok şey öğrendik; kurada yine "Polatlı"yı çekince kafasını vuracak en yakın duvarın nerede olduğunu arayan bazı arkadaşlarımızın kapıldığı karamsarlığı saymıyorum elbette.
Geçenlerde gazetede, çok sıkı ve ağır delikanlı futbolcularımızdan birinin, "ya benim askerlik işimi halledin, ya da ben yurtdışına transfer olup dövizli askerlik hakkı kazanayım" diye caz yaptığını okuyunca sinirim tepeme çıkıverdi, çünkü söylentiye göre bu arkadaş pazusuna "Ben Allah'tan başka kimseden korkmam" mealinde bir şeyler yazdırmış imiş dövme ile; bu durumda pazu dövmesine irice bir parantez açtırıp "ve askerlikten" ibaresini ekletmesi gerekecek.
Abartmayınız gençler, gözünüzde büyütmeyiniz, "yoksa ben de mi vicdani redci ayaklarına yatayım" diye pimpiriklenmeyiniz; meseleyi fazla uzatmadan arslanlar gibi yapınız vazifenizi; evet, ara sıra dayak, kötü söz, kalp incitme gibi tatsız şeyler olduğunu duymuyor değiliz ama size vicdani redcilik yaramaz, bir kenara yazınız.
Yılda birkaç defa Polatlı Topçu Okulu'nun Ankara-Eskişehir karayolu kenarında nöbet tutan askerlerin, yoldan geçen bir aracın penceresinden deli gibi Topçu Marşı'nı okuyan ve şarampole çıkmak riskine rağmen tek eliyle direkteki bayrağı selamlayan bir adamdan bahsettiklerini duymuştum bir yerden; nedendir acaba, bir düşünün?
Nerden mi biliyorum?