Eyvah, emeklilik! Yaşasın emeklilik!
Emeklilik hakkını elde edeli beridir, emeklileri, emeklilik çağı gelmiş olanları daha bir dikkatle izlemeye başladım. Bu dikkatin sebebini kestiriyor, daha doğrusu iyiden iyiye hissediyorum: Korku! Emeklilik korkutuyor; o günün sabahında işe gitmek için erkenden yataktan sıçrayıp keyifsiz bir suratla tıraş olmak, ayaküstü bir şeyler atıştırıp yollara düşmek yerine kuşluk vaktine kadar şekerleme yapıp, kahvaltı sofrasında günün gazetelerini gözden geçirmek, televizyonda kanal kanal dolaşıp en esaslı dedikodu programını bulmak için zaplayıp durmak, evin yegâne, hakiki ve mutlak hâkiminin azar ve ikazlarından mâsun bir köşe bulmak için çaresizce sağa sola bakınmak ve neticede, "az sonra komşular mercimek köftesi gününe gelecekler; onlarla birlikte oturmak istemezsin değil mi?" yollu çakıştırmalardan yılgınlık getirerek canı sokağa atmak ihtimâli fena korkutuyor.
Kendimce çaktırmadan anket yapıyorum, soruşturuyorum; emeklilerin çoğu halinden memnun. Kahve, cami, çarşı müsellesinde günü akşam edivermek zor gelmiyor galiba onlara. Özellikle kışkırtmak için en favori sualimi sona saklıyorum: "Ömür boyunca, emekli olunca nice zamandır erteleyip durduğum şu projeyi uygulamaya başlayacağım dediğiniz bir hayâliniz yok muydu?"
Ne demek istediğimi anlamazmış gibi bakıyorlar; "Yoo" diyorlar. "Niye olsun ki, yok öyle bir proje!"
Çoğu torun bakıyor, tahsildeki çocuklara harçlık yetiştirmek, eski borçları emekli ikramiyesi ile kapatmak derdinde. Emeklilik günlerini ise senelerce cami, çarşı, kahve üçgeninde uysalca ömür tamamlamak gibi düşünmüşler.
Elin İngiliz'i emekli olunca birikmiş parası ile Didim'den, Marmaris'ten, Bodrum'dan mülk edinip âhir ömrünü günlük-güneşlik iklimlerde geçirmeyi planlayacak derecede bir emeklilik vizyonu çizebiliyor kendisine. Adamların parası değerli; bizim sosyal güvenlik sisteminde emeklilik, ancak "emekli psikolojisi"ni tamamlayacak derecede bir gelir sunuyor.
İyi ama, "emeklilik cüzdanını cebine koyan dünya turuna çıksın" demedik ki henüz. Ayrıca çok para harcamak gerektirmeyen emeklilik projeleri de vardır bir yerlerde. Meselâ ne bileyim orta halli bir digital fotoğraf makinesi tedarik edip amatör fotoğrafçılığa başlanabilir. Digital fotoğrafın masrafı, zahmeti yok. Çekilecek konu ise kıyamet gibi.
Lâf aramızda ben olsam, işe "tek top ağaç"ların fotoğraflarını çekerek başlardım!
Sararmış fotoğrafları elden geçirip sıraya koyarak bir aile, hatta sülâle tarihi kaleme alamaz mı emeklimiz; birkaç müsvedde yaptıktan sonra dört başı bayındır bir halde temize çekip gelecek kuşaklarına zarif ve faydalı bir hediye bırakamaz mı? Halk kütüphanelerine gidip, "bakalım içeride neler var" merakıyla en ucuz, en zahmetsiz ama en harikulade emeklilik projesini tahakkuk ettiremez mi?
Alırsın bakkaldan bir okul defteri, "beğendiğim şiirler" diye bir başlık koyarsın ilk sayfasına, oturur kendi antolojini yaparsın; iştir, üstelik önemli, çok emek gerektiren ve mânidar bir iştir.
Okumak bize hep zor gelmiştir, yazmak daha da zor; o yüzden "her emekli oturup hatıralarını yazmalı, en sıradan hayatta bile bir başkasının dikkatini çekecek mühim ayrıntılar gizli olabilir" demeyeceğim ama el insaf, emeklilerimiz arasında son derece basit gözlem cihazlarıyla astronomi sahasında amatörlüğe soyunanımız çıkmış mıdır dersiniz? Her amatör astronomun ille de Hubble veya ondan daha ufak çaplı bir teleskop edinmesi gerekmiyor. İddia ediyorum, yüksek tahsillilerimiz arasında bile gökyüzünde bir takım yıldızın adını, yerini ve özelliklerini bilenimiz çıkmaz. Misâl ben!
Gezebiliriz efendim; ille de pasaport çıkarıp vize kuyruklarında çile çekip avuç dolusu döviz harcamak gerekmez ki; bineriz bir trene, düşeriz yollara. Türkiye'nin tarihi ve turistik güzellikleri değme emeklinin gezmekle bitiremeyeceği kadar boldur çok şükür.
Sırada müzeler var; müzelerimiz Batı'da olduğu kadar zengin ve iyi tertiplenmiş olmayabilir ama öyle olup olmadığını anlamak için evvela şöyle bir ziyaret etmek gerekir.
Misal; İstanbullu okuyucularımız samimiyetle cevap versin; Siz hiç İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni gezdiniz mi? İstanbul'da kaç müze, kaç sanat galerisi bulunduğundan haberiniz var mı?
Gemi maketçiliğine ne buyrulur; ya uçak maketi ile uğraşmak? Goblen diye bir dokuma sanatından haberiniz oldu mu ey hanım emekliler? Goblen ki "kralların sanatı" diye biliniyor. "Goblen gâvur işi, bize ne?" diyenlerin kaçacak yeri yok; sırada kanaviçe var çünkü.
Bir şeyi hayâl edip yapmak elbette bir nimet, ama işin en mühim safhası hayâl etmek, kurgulamak. Eğitiminin ve işinin, çeşitli sebeplerle onu uzak düşürdüğü meşgalelerin peşinde en faal yıllarını geçirdikten sonra günün birinde fırsat çıktığında harekete geçebilmek.
Okumak, yazmak, biriktirmek, gezmek, tanımak, tanıtmak, anlatmak, incelemek, bakmak, görmek, tasnif etmek, değerlendirmek, işitmek, dinlemek, boyamak, birleştirmek, anlamak; bir emeklinin ömrünün kalan kısmını değerlendirmek için harekete geçirebileceği pek çok fiil sıralamak mümkün. Fiillerin fiili ise merak etmek. Pencerenin kenarına oturup sokaktan geçen arabaların istatistiğini tutmak bile bir iş, bir zevk olabilir pekâlâ. "Ne işime yarayacak" diye sual ederseniz aylık ve yıllık istatistik sonuçlarını karşılaştırarak kendinize göre birtakım sonuçlara ulaşabilirsiniz. Bilim de böyle işliyor zaten.
Sizin emeklilik için paylaşmak istediğiniz daha güzel fikirleriniz ve projeleriniz varsa yazınız. Emekliliğin niçin insan hayatında en üretken dönemi teşkil ettiğini âleme isbat edelim.