Entel sinemacıları bile affediyorum

Birer temenni ifadesi olmak bakımından, "Kendine iyi bak" ile "Allaha ısmarladık" arasında fark var; hem mühim bir fark.. "Kendine iyi bak", ekranlarımızı bir müstevli ordusu hoyratlığı ile işgal eden Amerikan filmlerinin dublajı esnasında türetilen nevzuhur bir kalıp temenni sözü.

Bir bilene sordum, aslı, "take good care of yourself" imiş; "kendine dikkat et, kendine itinalı davran" gibi bir muhtevası olmalı. Filmlerde kısaca "take care" diye kısaltılmış haliyle çokça geçiyor. Bizimkiler de dublaj esnasında "kendine iyi bak" ibaresini yakıştırmışlar; tercüme fena değil ama kalıbı bozuk bir ifade. "Kendine iyi bak" sözü biraz da "seni sana emanet ettim, ısmarladım" demektir; biz böyle zamanlarda Allahaısmarladık diyoruz. Bir kişiyi Allah'a ısmarlamak, "senin hakiki sahibin Allah'tır ve sen kendin üzerinde nihai hükümran ve söz sahibi değilsin; ancak O'na sığınarak mutmain olabilirsin" dua ve temennisinde bulunmaktır. Allahaısmarladık bir duadır aynı zamanda. Bir dostumuzla ayrılırken "görüşürüz" (see you later) demeyiz, çok gerekli ise, "nasipse görüşürüz, inşallah görüşürüz" deriz, çünkü bir daha görüşmek neticede nasip meselesidir; müteakip görüşmenin kendi irademize bağlı olmadığını dil ile ikrardır. Bu gibi kalıp ifadeleri kullanırken farkında bile olmadan kendi değerler alemimize atıfta bulunur ve aslında oraya ait olduğumuzu belli ederiz. Dolayısı ile birine "kendine iyi bak, görüşürüz" dediğimizde telaffuz ettiğimiz kelimelerin her biri buz gibi Türkçe olmasına rağmen ibarenin kendisi Türkçe değildir, daha doğrusu o ibare ile kasdedilen durum bize dair olmaktan çıkmıştır. Bir başka anlam ve değerler dünyasına ait bir durumu, Türkçe kelimelerle tekrarlamakta, kelimeleri Türkçeleştirmekten doğan bir fazilet yoktur. "Formula 1 yarışlarının yapılacağı pistin adı ille ki Türkçe olsun" diye haftalardan beri tacizine uğradığımız sevgili gençlere bu nükteyi anlatmak mümkün olmuyor ve neticede onca gayretin, Bozok yaylasında Türkmenlerle Western filmi çevirmekten farkı kalmıyor.

Tercüme edilmesi, Türkçeleşmesi gereken sadece kelimeler değildir, cümlenin, fikrin, durumun bizatihi kendisidir. Türkçe, sadece Türkçe asıllı kelimelerden oluşan bir dil değil; Türkçenin yaslandığı, onu ayakta tutan atıflar, durumlar, anlamlar, kurumlar ve derinlikler var. Yıllarca Türkçenin en esaslı yapı taşını kelimeden ibaret zannettik, halbuki en basit formunu cümlede bulan hallerdir Türkçe. Tek tek kelimelerin karşılığını yazarak tercüme yapamazsınız mesela, çorbaya döner, anlamını kaybeder. Manayı kaplayan ve bütün müştaklarıyla ifadeye imkan veren en esaslı yapı taşı cümledir. O yüzdendir ki, Katip Çelebi'nin, Sinan Paşa'nın bazı cümlelerinde -kelimelerin neredeyse tamamı Arapça ve Farsça menşe'li olmasına rağmen- mana tamamen Türkçedir, daha doğrusu Türkidir. Cümlenin mantığı ve söz dizimi Türkçenin mantığına itaat ediyorsa, bazen iki sayfalık bir cümlenin sonundaki "dır" eki bile, cümlenin hangi dile ait olduğunu tayin eder.

"Yerli filmlere sahip çıkalım, seyredelim, destekleyelim" anafikrine gelmek için sizleri ne kadar dolambaçlı bir revaktan geçmeye mecbur bıraktığımı görüyorsunuz. Rahmetli Kemal Sunal'ın bol küfürlü, bayağı esprilerle dolu filmlerini düşünüyorum; burada tekrarı hoş olmayan galiz Türkçe ibareler bile şüphesiz, dublaj dilinin o, "kahretsin" (shit)inden evladır, çünkü "Türki" bir duruma atıfta bulunur. Öyleyse vara-yoğa "inanmıyorum" demeyi diline pelesenk etmiş birisi, aslında meramını Türkçe ile ifade ediyor sayılmaz.

Bizde milliyetçilik fikriyatı "enin ve nalan" bir muhteva taşıyor; ağlıyor, inliyor, şikayetleniyor ve sızlanıyoruz. Bu da bir şeydir ama daha hayırlı olanı, bu noktada bizim yerli filmcilerin yaptığını yapmak, Türkler için seyredilebilir Türk filmleri üretmektir. "Öyle bir film yapayım ki bütün dünyada Pazar bulsun" yaklaşımı yanlış bence. Geçenlerde "Eğreti Gelin"i seyrettim, zahir Yunanlılar da, İtalyanlar da, İspanyollar da seyretsin diye oturup bir "Akdeniz filmi" çekmişler. Belli ki yönetmeninden metin yazarına kadar bütün ekip, "başka dillere çevrildiği, başka ülkelerde gösterildiği zaman aman yadırganmasın" diye filmi "Türki " unsurlarından bir güzel "sterilize" edip hikayeyi yavanlaştırmışlar. Bu komplekse fazla aldırış etmemek gerek; işte ne güzel bir gelişmedir ki iyi yerli filmlerimiz, Amerikan sinema endüstrisinin iddialı yapımlarına bile seyirci sayısında nal toplatabiliyor. İstenince oluyor; sızlanmak yerine bizatihi "yapmak"ı tercih edince başarılı oluyoruz. Vaktiyle Yeşilçam sinemasının yaptığı da aynı şeydi ve entel takımının fark edemeyeceği kadar çok değerli bir işti o.

Her yiğidin bir yoğurt yeyişi vardır; amenna! Lakin farkında mısınız, hayli zamandır biz sadece Amerikan yiğitlerinin yoğurt yeme tarzı üzerine temrin yapıp durmaktayız. Dışımızdaki dünya Amerika'dan ibaret değil ve biz bunca asırdır gelenek haline getirdiğimiz yoğurt yeme tarzımızı terk edip bu işi Amerikalılar gibi yapmaya kalkışınca, ucundan-kenarından Amerikanlaşıyoruz. Bu noktada Amerikan veya Batı aleyhtarlığı yapmak yerine kendimizi iyi ifade etmek en olumlu mücadele biçimidir.

Buradan "yerli" film çeken ve bu işin zahmetini omuzlayan -hatta entel sinemacılar da dahil- herkese selam ve şükranlar gönderiyorum; çünkü çok önemli bir işle uğraşıyorlar.


Kaynak (Arşiv)