Enişte

Size şöyle esaslı bir define hikâyesi anlatsam diyorum; ne dersiniz?

Bayılırsınız değil mi; ben de bayılırım.

Vaktiyle kısaca "enişte" diye kodladığımız bir tanıdığımız vardı; enişteliği, arkadaşımızın uzak akrabalarından birinin eniştesi olmasından ileri geliyor.

Bir tatlı dilli adam; sözü sohbeti fevkalâde, işi-gücü bırak, akşama kadar dinle enişteyi.

Kendisi amatör fizik tedavi uzmanı, asıl mesleği -o meşhur söyleyişle- bir kamu kurumunda işçilik fakat boş vakitlerinde fizik tedavisi, definecilik, baytarlık filan da yapıyor.

"Şöyle bel çekerim, böyle masaj yaparım; adamı sedyeyle getirdiler de topu sektire sektire gitti" diye atıp tutması, bizim arkadaşlardan birinin aklında yer etmiş. Bir gün olmadık vakitte beline bıçak gibi bir sancı girip inim inim inlerken eşine zor-güç,

- Bana Enişte'yi bulun demiş, "beni ancak Enişte düzeltir; tez olun".

Gerisini arkadaş anlatıyor: Enişte'nin kapıdan içeriye girerken Fatih'in Edirnekapı surlarından Bizans'a girmesine benzeyen otoriter bir eda takınması moralimi yükseltmişti. Yanıma gelip, "neyin var, şurası mı, haa.. tamam, canın da pek tezmiş, bunda bağıracak ne var, anlaşıldı, hımmm.." gibi şeyler konuştuktan sonra bizim hanıma emretti,

- Bana temiz bir yatak çarşafı getir bakayım gelin hanım!

Adam sanki ya Lokman Hekim veya en ünlü Amerikan hastanesinin baştabibi; emirlerini tartışmak aklımızdan bile geçmiyor. Hanım o telâş ile çeyiz sandığını açıp en güzellerinden kenarları dantellenmiş, taze çarşaflarından birisini getirdi. Enişte çarşafı açıp kenarlarını çakıyla hafifçe yardıktan sonra "caart caart" diye yırtmaya başladı. Böylece enine sekiz on şerit haline gelen caanım çarşaf parçalarını yatağın üstüne atıp,

- Kızım şunları uçlarından makineyle birbirine dik bakayım, diye yeni bir emir verdi.

Arkadaş diyor ki anlatırken, "bana sargı bezi lazım" dese, bizim evde tonla var; eski sporcu olduğum için bandaj, sargı bezi, korse gibi şeylerin envai cinsi bizde mevcut. Hanım, gül gibi çarşafın paramparça edildiğini görünce ağlamaklı oldu ama yine de sesini çıkarmadı.

Uzatmayalım, Enişte bey, size şu anda tarifini vermekte büyük sakıncalar gördüğüm melhemini de birkaç saat içinde hazırlayıp bu esnada çay, kahve, yemek, meyve, kuruyemiş, tatlı ve emsali ikramların kâffesini büyük bir lütufla kabul ettikten sonra ilacı arkadaşın beline sürüyor; ardından geçiyor sargı faslına. Arkadaş diyor ki, "Bir ara öleceğimi zannettim; belim koptu, ikiye ayrıldı sanki. Daha sıkı olsun diye diziyle böğrüme yaslanıp öyle çekiyor sargı bezini mübarek. Serde erkeklik var, ses de çıkaramıyorum, gözümden ip gibi yaşlar akmakta..."

Neticede "Enişte" işi tamamlıyor; bu kadar eziyetin üstüne para kabul edip etmediğini hatırlamıyorum. Bizim arkadaş iki gün iğneli fıçıda yatıyor gibi acı çektikten sonra 'geçmiş olsun'a gelen kardeşi vaziyete el koyuyor. "Yahu ağabey" diyor, "okumuş-yazmış adamsın; hiç insan kendini böyle cahillerin eline bırakır mı; bak buradaki dokuları mahvetmiş bu adam; kalk bakalım doktora gidiyoruz!"

İşte Enişte böyle bir adam.

Bir gün geldi, anlatıyor,

"- Gömünün yerini avcumun içi gibi biliyorum" diyor, "şimdi beraber gitsek, parmağımla gösterdiğim yeri yarım metre kazsanız kara kazanın içindeki çil çil altınları götürmek işten değil!"

Birbirimize bakınıyoruz,

- Eee Enişte, diyoruz, madem öyle git çıkar altınları...

- O kadar kolay değil diye homurdanıyor, "gömü askerî mıntıka içinde".

Bu defa hepimiz derin düşüncelere dalarak, cihet-i askeriyede sözü geçer general bir tanıdık olup olmadığına bakıyoruz; üsteğmenden daha ileri rütbeli tanıdığı olan çıkmıyor; o da kim bilir hangi hudut karakolunda?..

- Belki büyük rütbeye gerek kalmaz, yeri neresi demiştin Enişte? diye soruyor içimizden uyanık bir arkadaş,

Aa, hiç çekinmeden söylemez mi; yahu sen bizi birbirimize mi kırdıracaksın Enişte? Şu yaptığın Müslüman'a yakışır mı?

- N... ilçesindeki askerlik dairesinin sokak duvarının hemen dibinde, diyor; "Eski, kara bir kazanın içinde. Sanki gözümle görmüş, elimle koymuş gibi biliyorum. Tarif eden öyle tarif etti çünkü. Kazanın dışı isli fakat içi kalaylı; tabii zamanla kalayı da kararmıştır fakat altın kararmaz, bilirim" diye ekliyor.

Türkiye'de ilk harfi N ile başlayan çok ilçe olsa gerek; esasen ilçenin adını söylesem de bir şey icab etmez fakat eskilerin tabiriyle "tahdiş-i ezhân"a yani zihinlerin karışmasına sebebiyet vermemek için yazmıyorum; üstelik düşünün ki öyle bir şey olsaydı, şu bizim Enişte neredeyse bir stadyum dolusu insanın içinde "gömü"nün yerini söyler miydi?

Sahi yahu, ya doğru söylemişse Enişte?..

Neyse, geçelim; bu defa N'de tanıdık olup olmadığını araştırıyoruz. Bir tane var ama askerlik dairesinin avlusunda kazı yapmaya gücü yetmez. Ee, n'oolacak?

- Vallahi bilmem diyor; içinizden çıkaran olursa bak söylüyorum; yarısı benim, yarısını da çıkaranlar bölüşsün...

...

Bu anlattığım yirmi senelik hikâye; birkaç defa N'den geçtiğim oldu da aklıma düşüp askerlik dairesinin yerini bile sormadım. Define bahrinde benim adam olmayacağım işte şu misâlden bellidir.

Enişte'yi de haylidir görmüyorum; kim bilir ne hikâyeler, ne palavralar biriktirmiştir?

Bu arada N... ilçesinin askerlik dairesinde çalışan ağzı pek, ketum tanıdığı olanların gizlice bana bir haber uçurmalarını rica edeceğim. Defineyi şöyle paylaşıyoruz; üçte biri Enişte'nin (te'lif hakkı), üçte biri benim, üçte biri de sizin...


Kaynak (Arşiv)