Dini televizyona alet etmek
Siz bu satırları okurken mübarek 11 Aylar girmiş ve Mübarek onbir ayın sultanı Ramazan ise sona ermiş olacak. Geçenlerde bir okuyucu şaka sadedinde soruyordu:
"Oruç bittiği için mi bayram yapıyoruz yoksa, mübarek 11 aylara kavuştuğumuz için mi?"
Ben şahsen Bu Ramazan'ın hayırla sona erdiğine memnunum; "Mübarek günler biz günahkârların üstünde durmadı, yel gibi geldi geçti" diye yakaranlardan olmadığım gibi, "Mübarek 11 aylar geldi" diye meseleyi bayram yapacak kadar abartanlardan da değilim. Memnunum çünkü televizyonlarda iftar ve sahur programı seyretmekten ötürü her zaman varlığıyla gurur duyduğum itidalim ve sabrım sona ermek, soğukkanlılığım zıvanadan çıkmak üzereydi.
"Din konulu sohbet yapmakla dini televizyona âlet etmek ayrı şeylerdir" diye düşünüyorsanız benimle berabersiniz demektir. "Dini televizyona veya daha doğrusu ratinge âlet etmek ne demek", demeyeceğinizden eminim, çünkü kötü örnekleriyle zaten yeterinden fazla yüzgöz olmuş bulunmaktayız.
Bir insanın Rabb'i huzurunda ihlâsa gömülüp sıdk-ı cân ile dua etmesi başka şeydir, televizyon kameralarının karşısında dua etmesi daha başka. Programında misafirlerini sırayla dua etmeye davet eden bir sunucu sizce doğru bir şey yapıyor olabilir mi? "Bunda ne fenalık var", diyebilirsiniz, ama bana sanki işin içine biraz gösteriş endişesi bulaşıyor gibi görününce basıyorum kumanda aletinin düğmesine...
İlâhiyatta hoca; gazetesinde haftada bir köşe yazısı da kaleme alıyor, eh sözü sohbeti de fena değil diyelim ama fark edenler şahittir; bütün Ramazan boyunca stüdyodaki masanın üstüne koyduğu iki kitap cildi ile program yaptı ve hatta programın birinde dayanamayıp, "İşte bu benim tefsirim, şimdiye kadar şu kadar cildini yazdım, gerisi geliyor." diye kendi ürününün reklâmını bile yapmaktan çekinmedi.
"Özel kanaldır, istediğini yapar, sana ne" diyebilirsiniz; öyledir ama bizim de beğenmeme, eleştirme hakkımız var, işte o hakkı kullanıyorum.
Gazelhan ilahi okuyor, kameraman muzipliği midir nedir, adamcağızın ağız içi anatomisinin bütün ayrıntılarına hakkıyla vâkıf oluyoruz bu esnada: "Dişlerinde kaç dolgusu vardır, hangisi düşmek üzeredir, küçük dili büyük mü, küçük mü; gece horlamasına sebep olur mu?" Oysaki sanatta kaidedir, ter kokusu hissettirilmez. Meyânda zorlanıyorsanız başka bir parça seçersiniz efendim, becerebilen gelir okur. Hele hele canlı yayınlanan programlarda icra edilen müzik eserlerindeki akort hatâlarını saymıyorum bile.
Cerre çıkmış mollalar misali Ramazan'dan Ramazan'a ekranlara dadanan bir Ramazancı takımı peyda oldu: Türkücüsü, halk ozanı, popçusu, arabeskçisi, ilâhicisi, aşçısı, kasidehânı, vaizi, üniversite hocası ile bir Ramazan starları ordusu, mübarek ay gelince hep bir koldan bize Ramazan neş'esi yaşatmak iddiasıyla ekranları kaplayıveriyorlar. Kötü örnekleri saymaya tâkat yetiremem, iyi örnekleri hatırlamaya çalışırsak daha anlamlı bir iş yapmış oluruz. Sahi, onca Ramazan programı arasında hatırlayabildiğiniz, "keşke bitmese de devam etseydi" diyebileceğiniz hangi programı hatırlıyorsunuz?
TV 8'de Sultanahmet Meydanı'nda canlı röportajlar yapan Erkan Tan'ın programı farklıydı meselâ: Doğrudan Ramazan'ı ele alan değil, Ramazan'ın yansımalarını, günlük hayatı yönetmesini, Ramazan kültürünü işleyen sıcak konuşmalar seyrettik. Bu tarzın çok daha güzelini, iki sene önce Star televizyonunda ismini ne yazık ki hatırlayamadığım sempatik bir delikanlı yapıyordu; iftarın yaklaştığı saatlerde her gün İstanbul'un bir başka semtini mekan edinen program, sokak röportajlarıyla yürüyor ve sunucunun herhangi bir yerde iftar sofrasına katılmasıyla renkleniyordu. Ne yazık ki bu delikanlı sanki kötü bir program yapmış da cezalandırılması gerekmiş gibi kayıplara karıştı. Yine de Star bu sene iftar saatlerinde Sunay Akın'ın biçimlendirdiği, "Mahya Işıkları" ile farklı bir program gerçekleştirdi. Zaman zaman sunucunun çocuksu naifliği ile güçlenen ve zayıflayan program, Ramazan kültürünün yansımalarını gayet kararında işlemesiyle dikkatimi çekti (Eğer kriter benim zevkim ise, seneye bu programı seyremedeyiz demektir; bakın şuraya yazıyorum!)
Beğenmediklerimi bütün tafsilatıyla yazmaya kalkışırsam ne yerim kâfi gelir, ne de sitemlerin ardı arkası gelir. Kısaca "dini televizyona âlet etmek" diyeyim, ârif olan gerisini anlasın.
Öyle güzel programlar yapmalısınız, öyle bir iklim tasvirinde bulunmalısınız ki arkadaşlar, fersah hesabı bu iklime yabancı olanlar bile o iklimin içinde bulunmaya can atmalı, zaten Müslüman olanlar ise kendilerine niçin dini propaganda yapıldığı hissinin zihinde bıraktığı kötü intibâ yerine daha olumlu, daha leziz ve güzel duygulanışlar içinde hissetmeli kendini.
Bilmem meramımı anlatabiliyor muyum; biraz şüpheliyim, çünkü sevgili Ramazan'ımızın sona ermesi ile bu ay boyunca (dikkat, yazarınız otokritik yapıyor!) yazılarıma sirâyet eden hafif asabiyet hâlinin de sona ermesini ümit ediyorum.
Ramazan gitti gider; darısı, hayırlar ve güzelliklerle bir sonraki Ramazan'ı hakkıyla idrâk edebileceklerin başına diye noktalayalım. Bütün okuyucularımın Ramazan Bayramı'nı tebrik ederim; her ne kadar sürç-i lisân ettikse affoluna efendim.