Dere, sabun ve biz!

Siz siz olunuz, umuma açık plaj mahallerinde, yüzme havuzlarında iç çamaşırı ile serinlenip bir kalıp sabunla köpüklenmeye kalkışmayınız. Ayıp olur; görgülü teyzeler, muaşeretperver amcalar ağzınıza biber sürüp kulağınızı çekerler.

Size o hikâyeyi anlatmış mıydım ben?

Siz, "hangi hikâyeyi yahu" diye merak ede durun, ben cevabını vereyim; o hikâyeyi. Bundan sekiz sene önce de yazmıştım ama o tarihte kısa pantolonla gezenler şimdi çoluğa çocuğa karıştı; dolayısıyla bir kere daha anlatılmasında mahzur yoktur.

Hadise 1997 yılının Eylül başlarında geçiyor; yer Susurluk civarında bir yer; tam mevkii ise Susurluk Çayı'nın üstündeki yarısı yıkılmış tarihi köprünün civarı.

Efendim, beş arkadaş Çanakkale'nin Bigadiç ilçesinden Bursa istikametine doğru otomobille hareket halindeyiz. Bu beş kişiyi merak edersiniz şimdi, "kimlerdir, necilerdir" diye. Sadece isimlerini ve mesleklerini vereceğim, tanıyanlar eksik kalanı tamamlar; aslında isimler değil, hadise önemli. Beş kişiden biri yazarınız, ikincisi kaptan şoförümüz Mustafa, ötekiler Naci, Vedat ve Nihat: Bir yayıncı, iki akademisyen, iki yazar.

Hava sıcak, güneş yakıcı. Ara sıra gayrete gelip türkü söylüyoruz ama biraz da kaptan şoför Mustafa'dan yıldığımız için. İkide bir, "türkü söylemeyeni indiririm, ardımızdan geze geze gelir" diye tehditler savuruyor.

Derken yolun sağ tarafındaki ağaçların içinde, yeşille mavi arasında köpüklü çağıldayıp duran bir dere ilişiyor gözümüze. Şekerci dükkânının önünden geçen çocuklar gibi bakıyoruz suya. Birisi -bu kişi ben de olabilirim pekâlâ- diyor ki,

-Ah be, mayo, havlu vesaire olsaydı şurada ne güzel çimerdik!

Araba zınk diye yerine çakılıyor o anda; kaptan şoförümüz Mustafa davudi sesiyle gürlüyor,

-Ananız sizi Kadir Gecesi'nde doğurmuş arkadaşlar, buyrunuz derede çimmeye gidiyoruz diyerek direksiyonu ağaçların arasında cılga yola kırıyor; on beş metre gitmeden dereyi görüyoruz. Lakin aramızda entelektüel bol, hemen bıdı bıdıya başlıyorlar,

-Ya bir gören olursa..., ya güneşten sırtımız yanarsa..., ya derede kurbağa, yılan, tosbağa varsa..., ya üşütür de hasta olursak!..

Neyse ki şoförümüz kararlı,

-Uzun etmeyin bre, herkes suya girecek, cümleten çimeceğiz, ferahlanacağız; kaçanı suya basarım!

Basar mı basar; evet, adam entelektüel ama öyle başbakana dilekçe veren takımından değil, vurduğu yerden ses getiren yağız bir Anadolu evladı.

Benim canıma minnet zaten. Arabanın bagaj kapağını elbise dolabı yerine koyup soyunarak, aspirin beyazı göğdelerimizi Susurluk Çayı'nın serin sularına vuruyoruz.

"Cozz" diye bir sesle beraber buhar çıkıyor âdeta.

Vedat'la Naci'nin niyeti kaytarmak ama, Mustafa üstlerine yürüyüp tehdid edince çaresiz bize katılıyorlar. Önce ürkekler ama az sonra çocuklar gibi eğlenmeye, dereye yan gelip su sıçratmaya başlıyorlar.

Şimdi siz, "bunların mayosu yok; suya nasıl girdiler" diye merak edersiniz; efendim hiç çocuk olup da derede, ırmakta çimmişliğiniz yok mudur?

Neyle çimilir ki; elbette ki nihai iç çamaşırı ile!

Evet, ayıp, hatta çok ayıp bir şey ama neticede orası Caddebostan plajı değil ki birader, Susurluk çayı.

Derken Mustafa kaptan çakılların arasında kendi canının derdine düşmüşçesine kıvranan bir su yılanı yakalıyor, kuyruğundan tuttuğu gibi kaldırıp üzerimize sallamaya başlıyor.

Derya olsa vızgelir, o saat dördümüz birden olimpiyat rekorlarını kırarcasına Çanakkale istikametine doğru çalakulaç kaçmaya başlıyoruz. Bu noktada "Anadolu çocuğu" sıfatımızı terk ediyor, "korkak entelektüeller" oluveriyoruz.

Kahkaha, şamata... çığlıklarımız derenin tenhalığında çınlayıp eriyor.

Derken Naci, elinde bir kalıp el sabunu ile sahneye çıkıyor; meğer bagajda dururmuş nimet. Suyun içine oturup sırayla sabunlanıyoruz. Hemen herkes çocukken şurada burada nasıl çimdiğini, yunduğunu hikâye etmekte. Nihat bu sohbeti küçümseyerek dinliyor; haklı.

Aramızdaki tek deniz çocuğu Nihat.

Hafif titremelerle sudan çıkıp yerimizde zıplayarak kurulanıyoruz.

Herkes çocuk o anda; herkes istisnasız çocukluk günlerinin son saklı lezzetini yaşıyor ve hatırlıyor.

Tekrar yola koyulduğumuzda kaptanın türkü söylemek için kimseyi tehdit etmesine hâcet yok. Arabanın bütün camlarını indirip bağıra çağıra türküler söyleyerek yola devam ediyoruz.

...

Kıssadan hisse: Efendim siz siz olunuz, umuma açık plaj mahallerinde, yüzme havuzlarında iç çamaşırı ile serinlenip bir kalıp sabunla köpüklenmeye kalkışmayınız. Ayıp olur; görgülü teyzeler, muaşeretperver amcalar ağzınıza biber sürüp kulağınızı çekerler.

Haa, kimsenin gelip geçmediği ücrâ bir çimme mahalli bulmuşsunuz, o mahalde takdir sizindir efendim.

Çimerken bizi de hatırlayınız!


Kaynak (Arşiv)