Büyüksün Üstad!

Ali Bulaç, geçen hafta salı günü futbol konusundaki bilgi ve birikimini okuyucularıyla paylaştı. Halbuki Zaman okuyucusu Ali Bulaç'ı böyle eften-püften meselelerle ilgilenmeye tenezzül etmeyen, futbol, magazin, sinema, tiyatro gibi sanat haberleri üzerinde pek durmayan ağır, kalantor ve ciddi bir yazar olarak tanıyordu.

O sebeple yazısına,

- İşte Fenerbahçe bu! Geçit vermedi. Sen 5-1'lik maça bakma. Oldu bir kere. Futbol bu, bazen kaza olur, repliği ile başlamasına pek çok okuyucusu gibi ben de bir mânâ veremedim. Acaba üstad ellisinden (altmışından mı demeliydik yoksa?) sonra saz çalmaya mı azm ü cezm ü kasd eylemişti, yoksa basınımızda ballandıra ballandıra anlatılan derby maçlarının heyecanını merak edip, tanınmamak için başına kulaklarına kadar geçirdiği bir yün bere ve cool tarzı siyah gözlüklerle stadyum civarlarında konuşulan lâfların ne menem şeyler olduğunu mu merak etmişti?

Esrarengiz bir hadiseydi; acaba üstad "maç anlatıyorum" ayaklarına yatarak devletin derinliklerinde barınan birtakım zevâta ince bir teorik ayar mı geçiyordu, yoksa "yazarsa üstad böyle yazar" diyerek bizim spor servisinin 25'i geçmeyen yaş ortalaması ile haber peşinde koşan elemanlarına nispet mi vermekteydi? Yazıyı sonuna kadar okuyanlar Ali Bulaç'ın lâfı çevirip nereye bağladığını görünce meseleyi anlıyorlar; üstad elbette ki futbol gibi "lehve'l-hadis" yani uyduruktan bir meseleye ciddiyet atfedip onca boş lâkırdıyı art arda dizmekten daima sarf-ı nazar ede gelmiştir. Ali Bulaç meramını anlattığı son paragrafta diyor ki,

"Okuyucularım attığım başlığın ne anlama geldiğini sorabilir. Kur'an'da geçen temel kavramlardan biridir "lehve'l-hadis": Kısaca anlamı, boş söz, malaya'ni, incir çekirdeğini doldurmayan, gelip geçici, sabun köpüğü gibi olan konuşma. Başka bir ifadeyle, istek ve tutkuları kışkırtan, oyalayan, Allah'ı anmaktan ve O'na itaatten uzaklaştıran; boş, gereksiz, yararsız, anlamdan ve amaçtan yoksun söz yığını."

Bu durumda, "E üstadım öyleyse bunca gereksiz futbol dedikodusunu niçin başından sonuna kadar bize okutma eziyetini icat ettin?" diye sorma hakkımız yoktur. Kadim Şark'ın hikmet anlayışı da böyle değil midir; evvelâ bir kıssa anlatılır, ardından hikmet ve "hisse" faslına geçilir.

Yazıyı okurken önceleri şaşırmış, acaba "by-pass ameliyatı geçirdikten sonra huyu değişip haşviyata mı merak saldı?" diye endişelenmiştim; ama "hisse" faslını görünce endişem zâil oldu, gülmeye başladım.

Zira Ali Bulaç'a "Lehve'l-hadis" yazısını yazmaya zorlayan sebeplerde benim de birazcık katkım bulunuyor.

Efendim durumu şöyle izah edebilirim; eğer ben isteseydim, Ali Bulaç o güzelim -pardon "abur cubur" diyecektim- futbol yazısını yazmayacaktı! İşin bu boyutunu belki üstad bile lâyıkıyla bilmiyordur. İşte şimdi bu sırrı fâş ediyorum:

Geçen pazartesi günü öğle sularında telefon acı acı çaldı. Telefondaki ses, gazetenin yorum sayfalarının genç editörlerinden Fatih Bey kardeşimdi. Yazı günüm olmamasına rağmen Fatih'in telefonumu çaldırması, genellikle tek sebebe istinat eder; o gün yazı sırası olan yazarlardan birinin mazereti vardır ve sayfa düzenini battal etmemek için başka yazarlardan yardım talep etmektedir.

-Nedim abi biraz rahatsız da, dedi, "müsait iseniz yerine yazar mısınız?"

Mesele anlaşılmıştı. Övünmek gibi olmasın, bu gibi teklifleri geri çevirdiğim pek vâki olmamıştır; ne var ki o esnada lüzumlu-lüzumsuz bir yığın işin ortasında debelenmekte olduğumu Fatih nereden bilecek? Ben üzülerek müsait olmadığımı söyleyince Fatih, "Öyleyse Ali Abi'yi arayayım, bakalım o ne diyecek!" diyerek selam söyleyip telefonu kapattı.

Anlıyorsunuz değil mi olayların nasıl geliştiğini?

Ali Bulaç, büyük ihtimalle işlerinin yoğunluğunu ileri sürüp atları yokuşa koşmaya gayret ettiyse de neticede bizimkilerin iki yazı ile sayfa yapamayacakları yolundaki baskıları üzerine "e peki yazalım bari" demiş olsa gerektir.

E, baskıya girmek için kalmış iki saatlik süre. Ne yazılır, ortalık yazı konusu kaynamıyor ki?

Üstadın o esnada nasıl önündeki gazetelere bir konu bulmak için hırsla sarıldığını tahayyül ettikçe keyfim bir kat daha artıyor; gazeteler de o gün aksi gibi hep Fener'in tırışkadan şampiyon oluşunun ballandırılmış hikâyeleri ile dolu.

-Ben de futbol yazarım be, diye geçirmiş olmalıdır içinden, "lâkin sonunu öyle bağlayayım ki âleme bir ibret ve nümûne-i imtisâl olsun!"

Ve ardından, "- Bir de yetenekli futbolcuları iyi çalıştırıyor Fener. Beşiktaş al sana. Sergen az yetenek mi! Çocukta yetenek var. Tamam da ne işe yarar? Yeteneğini kullan kardeşim. Antrenman önemli. İkide bir kaytaramazsın. İşte bunlar Fener'de olmaz." gibi futbol felsefesine dair derin analizlerin birbirini izlediği ve daha şimdiden basın tarihimizdeki yerini almış bulunan o meşhur yazısını kaleme alıyor üstad.

İmdi ben kenardan kıs kıs gülmeyeyim de kimler gülsün ey okuyucu?

İyi oluyor aslında; gazete yönetimi ara-sıra yazarları değişik sektörlerde gözlem yapıp yazı yazmak üzere görevlendirmeli; ben daha şimdiden turizm sektöründe inceleme ve araştırma gezileri yapmak üzere kendimi gönüllü ilan ediyorum meselâ.

Ben de eğlenirim, okuyucu da!


Kaynak (Arşiv)