Bodrum Bodrum
Hayır hayır, bu işin artık havası filan kalmadı, hatta bilirsiniz, hafif tertip mazoşizm bile denebilir Bodrum"a illâ ki katlanma külfetine. Bu caanım mekânın yirmi-otuz sene önceki halini hatırladıkça uğradığım nostalji nöbetlerinin tesirinden saatlerce kurtulamıyorum.
Yazık, böyle mi olacaktı; en sevdiklerimizi bile son kertesine kadar tüketmek zorunda mıyız?
Eskiden Bodrum"un müdavimi olmak -hadi imtiyaz demeyelim ama- "ince" ve inceltilmiş tahassüs ve dikkat sahiplerinin vazgeçemediği alışkanlıklar zümresindendi. Tamam, "halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremez oldu" demeye getiriyor değilim ama herkesin her sene illâ Bodrum"da isbât-ı vücud etmek gibi bir sosyal mükellefiyetinin olduğunu da zannetmiyorum.
Ben hariç tabii! Birazdan izah edeceğim, keyfimden tâ nerelerden buralara gelmiş değilim efendim; bir nevii vazife!
Buralar tatsız aziz okuyucularım; o güzelim "beach"ler, kavun karpuz kabuklarının küçük çapta mavnalar gibi dalgaların âhengine tâbi olarak yalpalanıp durduğu bir sulu manav sergisi olmanın da ötesinde, son derece kesif bir çıplak insan kalabalığının tazyiki altında nefes alamaz bir hâl sergiliyor. Bazen pencereden dışarıya göz attığımda, amansız sıcak altında bunalan insanları, devâsâ bir kızgın yağ tavası içinde kavrulan ve kaçınılmaz bir şekilde kızaran patates dilimleri gibi gördüğüm oluyor. Nasıl derler, incredible bir olay. Serinlemek istiyorsanız sıkça duş almalı ve akşamın serinliği çökmedikçe klimalı odanızdan çıkmamalısınız; akıl böyle diyor ama yazarınız da dahil bu mevsimde Bodrum"da bulunanların rasyonel düşünme melekelerine sahip olup olmadıkları konusunda ne kadar tereddüd geçirseniz yeridir.
Şimdi tepeden tırnağa ter içinde ve bilgisayar başında sizlere bu akla ziyan çelişkiyi lâyıkıyla tasvir etmek için didinip dururken kendime hep o soruyu soruyorum:
Benim Bodrum"da ne işim var yahu?
Aslında bu soruya tek kelimeyle olmasa bile, "okuyuculara karşı sorumluluk" cevabını verebilirim ama bu cevabın ne derece inandırıcı olacağı konusunda sizlerle hemfikirim. Bodrum yerine şu an Ayder Yaylası"nda bulunuyor olsam da yine "sorumluluk" kavramının serin gölgesine sığınabilirdim. En iyisi dürüst olalım; yazarlar da tatil yapar ve ben bu sene tatilimi, sizlere gözlemlerimi aktarmak için Bodrum"da geçirmeye karar vermiştim; bunun iyi bir tercih olmadığını anlamış olsam da üstlendiğim sorumluluğun gereğini yerine getirmek için elimden geleni yapacağım.
Efendiiim Bodrum sıcak bir yer, aynı zamanda sulak olduğu da söylenebilir ama bir şişe su, en mütevazı büfede bile bir milyondan başlayan fiyatlarla satışa sunuluyor. Pahalılık, kalabalık, betonlaşma ve gürültü de cabası. Beni en çok şaşırtan şey ise bütün insanların kendilerini ağır bir "eğlence" baskısı altında hissetmesi. "Bodrum"dayım, öyleyse eğlenmeliyim" fikri buralarda ne yazık ki bir "ideefix"e, -yani nasıl diyorlar Türkçe"de?- bir sabit fikre dönüşmüş durumda. Yazarınızı sual ederseniz, ne yapsam eğlenemiyorum efendim. Sokağa çıkınca gürültü, kalabalık ve sıcaktan serseme dönüyorum. Oda nisbeten serin ve sâkin ama -aynen şu anda yapmakta olduğum üzre- bilgisayar başında oturup, "neyi nasıl yazmalıyım" diye didinirken o meşhur Bodrum sendromu beni de tâciz edip duruyor, "Eğlenmelisin, buraya gelenler eğlenir ama sen hâlâ eğlenemiyorsun; geri zekâlı mısın nesin?"
Zâhir öyleyim galiba; "cozutmak, dağıtmak, uçmak" gibi kavramların lugât karşılığı ile kendileri arasındaki mesafeyi bir türlü kapatamadığım için kendimi bedbaht hissettiğim oluyor. Üzerinize âfiyet denizde çimmekten, güneş altında fırına sürülecek imambayıldılar gibi yağlanmaktan, gürültülü müzik altında serseme dönmekten ve bir şezlong gölgesinde elime bir kaldırım kitabı alıp pineklemekten oldum olası nefret ederim efendim.
Hâl böyle olunca kolalı gömlek, kravat ve pantolonunu ancak yatağa girmeden önce çıkarmaya razı olan yönetmelik takıntılı mütekaid memurlar gibi Bodrum"daki mevcudiyetim de abes bir vaziyet teşkil ediyor. Nitekim motel resepsiyonistinin amcasıyla tavla atıyorduk; bu durumu fark etmiş olmalı ki, "madem yüzme bilmiyordunuz öyleyse kavağa niçin çıktınız beyefendi?" diye espri yapmış; ben yarım saat sonra anladım.
Şu an itibariyle telefonla Bodrum"dan kurtuluş biletimi ayırtmış bir insanın gönül ferahlığı içindeyim. Ferahlık diye ben buna derim efendim. Gelelim işin "kıssadan hisse" faslına. Biir: "Ben eğlenmeye mecburum" diye kendinize ezâ etmeyiniz efendim; eğlenmekle dinlenmek arasındaki farkı iyice tefhim etmeden de yola çıkmayınız. İkii: "Her gazetenin pazar ekinde bir Bodrum yazısı var; bizimkinde niçin yok" diye pimpiriklenen sayfa editörlerinin gazına gelip, tabiatınıza uygun olmayan işlere bulaşmayınız. Üüç: Bodrum yazısı yazmak için Bodrum"a gitmenin gerekli olmadığını da artık kabul ediniz!
Ben öyle yapıyorum meselâ!