Aydınlanmayı nasıl 'kötü yol'a düşürdük?
Nasıldı o; "Bir mektep bin hapishane kapatır". İki kere iki dört gibi bir şey; "yağmura şemsiyesiz çıkarsan ıslanırsın" veya "kıştan önce sonbahar gelir" gibi bir müteârife (müteârife, "axiom"un Türkçesi, doğru olmadığını araştırmanın enayilik sayılacağı, ortada güneş gibi duran gerçekler hakkında beslediğimiz önyargılı kabul); kim bilir kaç neslin ömrü, böyle müteârifeleri dinleyerek ve hakikat sayarak geçti.
Cehâlet kavramına yanlış ve eksik mânâ yükleyince, cehâletin zıddını da anlam itibariyle şüpheli hale getiriyoruz. Geçenlerde bir gazete, son nüfus istatistiklerine göre seçmenlerin yüzde bilmem kaçının okuma"yazma bilmediği hesabından yola çıkarak AKP ve CHP'nin aldığı oyların içindeki okuma"yazma bilmeyenlerin oranını hesapladı ve manşeti patlattı: "Türkiye'ye kara cahiller yön veriyor". Mantık şu; okuma"yazması olmayanlar kara cahildir; peki okuma"yazma bilenler nedir? Âlim mi, ârif mi, bilgili mi, aydınlanmış mı, halk tabiriyle "eğriyi doğrudan ayırabilecek" kemâle erişmiş olanlar mı? Nedir bu okur"yazarlık sıfatına yüklediğimiz yüce mânâ? Eğer istatistik ilmini ciddiye almamız gerekiyorsa bilmeliyiz ki ülkede hapishane sayısı, mektep sayısının kat be kat altındadır, bu hesaba göre ülkede hapishane sayısının çoktaan eksili rakamlara inmiş olması lâzımdı. İşin hakikati, mektep açmakla hapishane kapatmak arasında hiçbir anlamlı bağlantının kurulamayacağıdır. İnsanlar yaşadıkça bu iki kurum hep varlığını sürdürecek; hapishanelerde fevkalade eğitimli, üstelik sular seller gibi okuma"yazma bilen ve kültürlü insanlar da hep olacak, mektepler ise, her zaman olduğu gibi yine fevkalade zır cahil mezunlar da vermeye devam edecekler.
Jöntürk taifesinin, devletin yüksek katlarında yuvalanmasından beri, ilkokullardan başlayarak eğitim sürecinin çatısına kadar her yerde 'bilgi'nin erdem olduğunu telkin eden aydınlanmacı bir bakış açısı zihin dünyamızda hükümran oldu. Bu aydınlanmacı diskurun, "okula gitmesem de sığırtmaçlık yapsam, kırlarda bayırlarda nane"kekik toplayıp, buz gibi kaynak sularından içerek ve tabiatın kitabını yüzünden okuyarak büyüsem, zaten okuyanların hali meydanda" diye kırk dereden su getiren haylaz çocukları ikna etmekte kısmî faydalarının olmadığını ileri sürmek haksızlık olur. Daha doğrusu memlekette diplomalıların niçin daha büyük oranda işsiz kaldığını izahta zorlandığımız güne kadar bu böyleydi; işsizlerin bile yüksek okul diploması taşıdığı bir ülke durumuna gelmek az zamanımızı almadı ve en azından bu alanda bir miktar aydınlandığımızı kabul etmek zorundayız. Neticede şu garip durumu elbirliği ile inşa etmiş bulunuyoruz: Türkler çocuklarını okutuyor, daha doğrusu mektebe yolluyorlar ama okumuşlar okumayı sevmiyorlar; okullaşma oranı arttıkça, okur sayısı azalıyor; kısacası vurdukça tozuyoruz, vurdukça tozuyoruz!
Tabii naif aydınlanmacılığın mekteplerle hapishaneler arasındaki ters korelasyondan yola çıkarak kurduğu axiom'un, feci halde duvara çarptığı ters durumları nasıl izah edeceğiz bilmem; mâlum, son otuz beş seneden beri bir terörist gerçeğiyle yüz yüze yaşıyoruz. Teröristler nedense hep okuma"yazma bilen, yüksek tahsilli, aslında fevkalade aydınlanmış olması gereken çocuklar ama şu işe bakınız ki, devlet bir süre önce Avrupa'ya uzmanlar yollayarak bu gül gibi okumuş"yazmış çocuklar için özel surette inşa edilmiş hapishaneler (F tipi) inşa ettirerek bir mânâda aydınlanmacılığın suyunu çıkardı. Teröristler arasında ne cinsten adam ararsanız mevcut: İşletmeci, iktisatçı, hekim, hukukçu, filolog, edebiyatçı, mühendis, şair, tarihçi. Bu durumda sormak hakkımızdır: Bir mektep bin hapishane kapatıyorsa, bir F tipi hapishane kurmak kaç mektep kapatmamızı iktizâ ettiriyor?
Daha fazla aklınızı karıştırmadan sadede gelelim: İlber (Ortaylı) Hoca meâlen diyor ki, "Biz Türkler okumayı sevmeyiz, bizim kültür edinme tarzımız okumaya değil, dinlemeye yöneliktir. Şifâhi üslûbu severiz. Gerekirse biri okur, diğerleri dinler. Okumak, okuma eylemi esnasında yalnızlığı gerektirir; yalnızlığı değil cemaat halinde bulunmayı tercih ederiz". Öyle değil midir? "Kitap okumak çok iyidir, ben çok severim şahsen kitap okuyanları, okunsun, iyidir yalnız bende baş ağrısı yapıyor. İki satır okusam narkoz yemiş gibi bayılıveriyorum" lâflarını bir yerlerden hatırlıyor olmalısınız mutlaka. Çocuklarımızı gerekirse döve döve okula gönderip okutur ama ezkaza çocuk ders dışı okumalara fazlaca meylederse durumdan tehlike vazifesi çıkarmayı ihmâl etmeyiz, "okuma böyle abur"cubur şeyleri; derslerine bak, onları oku!"
Hâsılı kelâm Batı dünyasında iki yüzyıl önce demode hale gelen aydınlanma fikri, bir asır gecikmeyle uğradığı ülkemizde feleğini şaşırarak kötü yollara düşmüş bulunmaktadır. Kıssadan hisse: "Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz!"