Asıl şimdi Ramazanlar
"Nerde eski Ramazanlar" girizgâhından sıkıntı geldi değil mi? Yok direklerarası eğlenceleri, yok kantocular, yok efendim iftardan sonra semt kahvelerine kurulan Karagöz perdeleri... Geçiniz efendim geçiniz; eskiyi tahattur etmek güzeldir lâkin dokunabileceğimiz yegâne Ramazan, bu yılın Ramazan'ıdır.
Bu çok uluslu şirketler hakikaten fazla olmaya başladılar; geçenlerde bir reklam seyrettim, resmen ve alenen daha vakti erişmeden oruç tutasım geldi. Reklamı hatırlayacaksınız ama ben reklamı olmasın diye firmanın adını vermeyeceğim; haydi "boyalı meşrubat" deyip geçelim. Arka planda Yunus'un meşhur "Sordum sarı çiçeğe ilahisi", üstüne bindirilmiş Ramazan sahneleri. Hele o yerin bilmem kaç yüz metre altında saatlerine bakarak iftar vaktini tayin eden maden işçilerinin oruç sabrıyla aydınlanmış yüzlerindeki güzellik. "Ne oluyor arkadaşlar, dini ticarete âlet etmenin âlemi var mı?" diye somurtamıyoruz bile; resmen, alenen, âşikârâne ve çatır çatır din gösterip boyalı meşrubat satıyorlar ve üstelik çektikleri reklâm filmi hoşumuza bile gidiyor.
Efendim, selamsız sabahsız girdik meseleye; Ramazan-ı şerîfiniz kutlu ve mutlu olsun. Bu güzel vakte erişenlere, sağlık ve âfiyetle oruç tutabilenlere ne mutlu! Tutmayanlara sözümüz yok ama en azından onların da Ramazanlarını tebrik etmek isteriz çünkü Ramazan bir çehresiyle farz kuvvetinde bir din vecîbesi, sair cihetten çok uluslu şirketlere bile Yunus Emre ilahisi okutturacak kertede bol ışıklı ve baskın bir kültür iklimidir. Asıl sözüm oruç tutmak için içi gittiği halde sağlık sebebiyle oruçtan men'edilenlere. Üzülmeyiniz efendim, inşallah şifa bulursunuz, neticede orucun fidyesini ödeyerek hiç tanımadığımız birilerine Oruç neş'esi yaşatmaktasınız ne de olsa!
"Oruç tutasım geldi" demiştim ya; Bektaşi erenleri kadar olmasa da neticede ben de, "At topunu, al orucunu" takımından sayılırım. Mâlumdur ki baba erenler Ramazan'ı sevmesine pek sever lâkin mübarek günler yaklaştıkca fedâ edeceği gündelik zevklerinden mahrum kalacağı için hafiften efkârlanmaz da değildir hani. Aile büyüklerimden bir rahmetli, Ramazan evveline düşen günlerde insanların birbirine, "ah ne güzel Ramazan da geliyor, öyle sevinçliyim ki" filan demelerini dinler, hayli zaman sesini çıkarmaz ama neticede patlardı, "Siz işin zevk ü safâsındasınız ama benim gibilerin iftar topunu getirene dek gözleri dışarı uğruyor yahu!"
Rahmetli anlayacağınız tiryakiydi; ne tiryakisi olduğunu söylemem çünkü gazete yönetimi bu meselenin reklam edilmesine şiddetle karşı çıkıyor; eh, haklılar da. Sadece bu rahmetli büyüğümü çok iyi anladığımı belirterek bu tehlikeli konudan uzaklaşmak istiyorum.
"Nerde eski Ramazanlar" girizgâhından sıkıntı geldi değil mi? Bugün en laikçi gazetelerimiz bile geçen senelerin arşivinden makasladıkları kupürlerle bir Ramazan ilavesi vereceklerdir; o sayfalarda bu terâneyi bolca okursunuz nasıl olsa: Yok direklerarası eğlenceleri, yok kantocular, yok efendim iftardan sonra semt kahvelerine kurulan Karagöz perdeleri... Geçiniz efendim geçiniz; eskiyi tahattur etmek güzeldir lâkin dokunabileceğimiz yegâne Ramazan, bu yılın Ramazan'ıdır. "Nerde eski Ramazanlar" diyecek yerde "Asıl şimdi Ramazanlar" diye neş'elenecek demdir ve Ramazan'da neş'elenmek için vâriyete ve mevcut şartların ne kadar nâmüsait tarzda tezahür ettiğine bakılmaz. Şöyle bir zihnimi yokluyorum da en unutamadığım Ramazanların en meşakkatle geçenleri olduğunu hayretle fark ediyorum. "Ramazan'ın neş'esi nedir öyleyse?" diyecek olursanız, "onun bütün güzelliği açlıktan geçmiş ve solmuş bir benizle iftar saatini beklemektedir" derim. Evet küçük saadetlerdir ama küçük saadetleri büyüğünden ayıran şeyin ne olduğunu kim söyleyebilir? Sonra iftar duası vardır meselâ. Bir ara ailemizin en küçük ferdini bu işle vazifelendirmiştik de onun kelimeleri yuvarlayıp tekerleme haline getirerek bir çırpıda duaya başlayıp bitirivermesi pek hoşumuza gidiyordu.
Az saadet midir efendim?..
Geçen sene televizyonun birinde iftara yarım saat kala meşin gocuklu bir delikanlı İstanbul sokaklarına düşüp semt semt gezerek, Ramazan'ın en sihirli, en yeşil dakikalarında insanların iftar telâş ve heyecanıyla güzelleştikleri demlerde onlarla konuşuyor ve allem-kallem kendisini bir iftar sofrasına davet ettiriveriyordu; o çocuğu çok sevmiştik meselâ; sonracığıma "İstanbul için iftar vakti"nin eriştiği anda yine bir başka televizyonumuzun arkaplanında Kasımpaşa kıyılarından Haliç'i ve Süleymaniye'nin muhteşem siluetinin görüntüsü refakatinde yayınladığı bir ezan klibi var ki -geçen sene göremedik- bizde resmen alışkanlık yapmıştı.
Yeter ki canınız saadet imâl etmek istesin.
İnsan Ramazan'ı neş'eyle süslemek isterse konfetiyi nereden olsa bulur efendim! Darlanmaya, bunalmaya mahal yok. Bu sevgili günler biraz da acıyı bal eyleme taliminin yapıldığı aylardır; biz de öyle yapalım o halde. Küçük şeyler bulalım, araştıralım, icad edelim, ayları kırpıp yıldız yapalım ve durduğumuz yerden dışarıya doğru radyasyon gibi yayılan bir Ramazan neş'esi inşâ edelim.
Ramazan'ınız bal gibi geçsin efendim; tadı damağınızda kalsın!