Apartman
Tarihini hatırlamıyorum ama son apartman toplantısında katıldığımda, Mesut Yılmaz başbakandı galiba; Tansu Çiller de olabilir, bir ara koalisyon filan da yapmışlardı mıydı tam bilemiyorum.
O son toplantıda çok önemli birkaç gerçeği fark etmiştim: Bir, "Elle gelen düğün-bayram"dı. İki: Apartman sâkinlerinin tamamı, paralarının kıymetini benden daha iyi bilen insanlardı. Üç, bu durumda benim toplantıya katılmam gerekmiyordu, zira apartman sâkinlerinin genel irâdesi, netice itibariyle her bir kat mâlikinin menfaatini azami derecede kollayan bir kararlılıkta tecelli ediyordu.
Kabul ediyorum; apartman toplantılarına katılmamak, demokratik katılımcılık ve siyasi kültür bakımından hiç de hoş bir tavır değildir; günün birinde her kat mâliki benim vaktiyle fark ettiğim şu üç gerçeği fark ederse apartman adına sadece kapıcı karar almak durumuna gelecektir ki işlerin bu noktaya varacağını tahmin etmiyorum. Nasıl olsa içimizden birileri çıkacak ve oyunu sürdürecektir.
Apartman sâkinlerinin aydan aya ödediği aidatı kötüye kullanıp zimmetine geçirerek çaldığı paralarla İsviçre bankalarından birinde hesap açtıran bir yöneticiyi henüz tarihler yazmadı; yazmaz da. Kamu işleri ölçeğinde bir türlü başaramadığımız kontrol mekanizması, apartmanlarda fiilen mevcuttur. Daha inşaatın temelleri atılırken, apartman bünyesindeki yolsuzlukları izleyip önleyecek bir tabii denetim cihazı da yavaş yavaş yükselmeye başlar. Sebebi mâlum; apartmanlarda ortak işleri halletmek üzere oluşturulan bütçeye akan para devletten gelmez; o parayı maişetimizden ayırdığımız meblağlarla bir araya getirir ve nasıl harcandığını da milimi milimine takib ederiz. Apartman yöneticileri de, esasen yönettikleri para, üzerinde yolsuzluk yapmaya değmeyecek kadar küçük meblağlardan oluştuğu ve onlarca meraklı göz tarafından çaprazlama denetim altında tutulduğu için zimmet, irtikâp, ihtilâs, rüşvet, kayırma gibi yüz kızartıcı cürümlere tevessül etmezler, edemezler; değmez!
Katıldığım istisnai apartman toplantılarında bir başka dikkatimi çeken ve beni zevkten dörtköşe eden bir başka husus, apartman yöneticiliği için kimsenin gönüllü davranmamasıydı. Hele bu toplantılardan birinde apartmanın isteksizlik yüzünden resmen ve alenen yöneticisiz kalmak tehlikesiyle yüz yüze geldiğini fark edince dehşete kapılmıştık; ama benden daha tecrübeli olan kaşarlanmış kat mâlikleri devreye girerek meseleyi kolayca çözdüler: Yöneticinin kömür parasını diğer kat mâlikleri üstlenecekti! Bu çözüm, apartman yöneticiliğini profesyonel hale getirmiyor ama hiç olmazsa birazcık câzip kılıyordu.
İnsanların bir arada yaşadığı yerde ihtilâf da olur ama apartmanlarda hiçbir ihtilâf, bünyevî nitelik kazanarak (söz gelişi devletin mütemadiyen dış borç yükünü arttırması gibi) kemikleşip kalmaz; apartmanların anayasaları vardır: Kat Mülkiyeti Kanunu! Arasıra işi pejmürdeliğe vurup, "Aidat vermiyorum; kalorifer yaptırırken bana mı danıştınız, ben soba yakacağım, kapıcıyı da kovun, ben kendi ekmeğimi alırım; salonun ortasındaki şu kolonu da kırarım" diyen aykırı tipler çıkar ve kısa bir intibak döneminden sonra soluğu mahkemede alırlar. Kat Mülkiyeti Kanunu, Avrupa Birliği müktesebâtına benzemez; Amerikan anayasasını andırır; kısadır, etkilidir ve üstelik okuyan herkes kolayca anlayabilir.
İnanılmaz gibi görünüyor ama aynen öyle!
Apartman yönetimi örneğinden devlet yönetimine bir zihin sıçraması yapmamak için sebep yok; çünkü genellikle apartmanlarımız neticede gayet iyi, devlet ise gayet kötü yönetiliyor. Apartman tecrübesini siyasi düzleme taşımakta bütün mesele. Ne var ki, uzaktan kolay gibi görünen şeylerin aslında ne kadar çetrefil olduğunu bilenler bilir. Teorik açıdan devleti de apartman yönetir gibi kolay yönetmek için yönetilenleri "mâlik" kılmak gerekir ama Türkiye'de devlet-toplum münasebetleri, tek tek kişilerin veya toplumun devletten tecrid edilmeleri esası üzerine bina edilmiştir ve dışardan bakılınca devletin kendi varlığını sadece kendisiyle izah etmeye kalkışması gibi garip bir görüntüyle karşılaşırız.
Konu uzun, üstelik tatsız, üstelik herkesin bildiği, en azından bilmesi gereken şeyler ve eğer farkındaysanız bu yazı, "pazar neşesi" üslûbundan çıkarak yavaş yavaş klasik bir "n'olacak bu memleketin hali" yazısında dönüşmeye başladı.
Sadede dönüp özetleyelim: Apartmanda yaşamak, son derece ciddi bir demokratik kültür ve tecrübe edinme mahallidir ve muhtar seçmekle apartman yöneticisi seçmek arasında kıyamet kadar fark vardır. Muhtarı güvensizlik oyuyla koltuğundan edemezsiniz ama yöneticinin netice itibariyle bir fiskosluk canı vardır. Muhtarın, sembolik mahiyetteki üç-otuz kuruşluk maaşını devlet verir ama yönetici, içinde kendi parasının da bulunduğu bir bütçeyi idareli harcamak zorundadır. Ve en mühimi apartmanın bacasında ortaya çıkan bir arıza, en alt katta oturan kat mâlikinin bile ceremesine iştirak etmek zorunda kaldığı bir mâhiyet arzeder.
Çare şudur: Devleti apartman idare eder gibi yönetmek değil; hâşâ! Devlet mehîb ve mukaddes bir kavramdır. Çâre, bütün nüfusu allem edip kallem edip apartmanlarda yaşamaya mecbur bırakmaktır.
Bu kadarını becerebilsek kâfi; gerisini Kat Mülkiyeti Kanunu halledecektir zaten.