Anzaklar gibi!

"Tescilli Atatürk düşmanını TRT'nin başına getirmek istiyorlar. Şenol Demiröz, 1988 yılında Çanakkale Belgeseli yaptı. O belgeselde bir kişinin adı yoktu: Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal. Ve şimdi AKP Hükümeti, bu adamı, TRT genel müdürlüğü için bir numaralı aday ilan etti."

Bu spot cümleleri 9 Mayıs tarihli Star gazetesinin manşetindeydi ve Star gazetesi, her türlü ihtiyatı bir kenara bırakarak adam harcama makinesini çalıştırmaya karar vermişti. Temel suçlama, Şenol Demiröz'ün vaktiyle yaptığı iddia edilen bir filmde yoğunlaşıyor; üstelik TRT için yapılmış bir film bu. İyidir"kötüdür; vaktiyle üç defa denetimden geçmiş, TRT'de yayınlanmış bir belgesel. Lâkin iş bu kadarla bitmiyor; bir kere Şenol Demiröz'ün bu filmle uzak yakın bir ilgisinin olmadığı açıklandı, ikincisi bu film Çanakkale savaşlarını bütün boyutlarıyla anlatan bir belgesel değil; Âkif merhumun meşhur "Çanakkale Şehitlerine" isimli muhteşem şiirinin görüntülerle desteklenmiş hali. Sağdan toplasanız, soldan çarpsanız topu topu 25 dakikalık bir kurdela. Ve bir küçük ayrıntı daha; aynı suçlama, daha önce de aynı gerekçelerle, bu defa başka yayın organları tarafından yapılmış. Ortada ne mahkeme kararı var, ne bilirkişi raporu. Ne var ki gazete, "şirin olacağım, Atatürk düşmanlarına fırsat vermeyeceğim" düşüncesiyle yıllanmış, küflenmiş, bayatlamış bir haberi piyasaya sürmekten çekinmiyor.

Ne alâkası var diye sormayacağınızdan eminim; Cem Uzan'ın işi zor. Son günlerde Star gazetesine bir haller oldu; kışkırtıcı, karalayıcı, gözden düşürücü ve tabii insanların gurur ve şerefini karalayıcı bazı uydurma haberleri manşet yapmaya başladılar. Genç Parti'nin genç lideri yarın seçim meydanlarında atıp tutarken, birileri de bu gazete manşetlerini fotokopide büyüttürüp pankart yaparlarsa, ve "sen önce kendi gazetende dürüstlük ilkesine dikkat et" diye slogan atarlarsa hiç şaşmam. "Bir dakika, Cem Uzan yapmıyor ki bu haberleri" denilemez; basın dünyasında kimin, nasıl, hangi gerekçeyle haber yaptığını veya yapamadığını gayet iyi bilir.

Şimdi işin bir başka boyutuna daha bakalım; söz konusu belgesel bir fikir ürünü; eğer sanat değeri varsa sanat eseri. Daha sakin bir zamanda bu haberi yapan kişilere sorulsa, sansüre karşı olduklarından, fikir ve sanat eserlerinin hiçbir şekilde denetlenmemesinden bahsederler ve sanki serdetmeğe lâyık çok mühim ve gizli fikirleri varmış gibi fikir hürriyeti şampiyonluğunu da kimseye bırakmazlar. Ne kadar samimi oldukları ise ortada. Geçenlerde bir başka haber daha gördük Star manşetinde; bir bakan aile üyeleriyle resim çektirmiş. Resmin altına "Cumhuriyetin bakanına bak" diye yazmışlar. Meğer, bakanın resimdeki başı örtülü genç kızı, malum engel sebebiyle okula alınmadığı için internet üzerinden eğitim görüyormuş. Bunlar ise "Bakan kızını devletin okuluna göndermiyor" diye jurnal hevesinde...

Dedim ya, Cem Uzan'ın bu habercilerle işi zor; çok değil, altı ay daha böyle haber yaparlarsa, Genç Parti 3 Kasım'da aldığı oyu hayalinde görür.

Gelelim bir başka meseleye: Adamların mantığına göre eğer Çanakkale ilgili bir çalışma yapılacaksa, içinde mutlaka Atatürk'ün de geçmesi gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale cephesine iştirak ettiğinde albay rütbesini taşıyordu; bu savaşta gösterdiği başarı üzerine tuğgeneral rütbesine terfi ettirildi. Bu basit mâlumatın anlamı şudur: Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale cephesine katılan yüzlerce yüksek rütbeli subaydan biriydi, ne ordu, ne kolordu, ne de cephe kumandanı idi. Dolayısıyla bu harbin bütün cephelerinde değil, Conkbayırı, Anafartalar kısmında üstlendiği sorumluluk bölgesinde görevliydi. Mustafa Kemal Paşa'nın Osmanlı kamuoyunda, bu cephede kazandığı başarılarla tanındığını çok kimse bilmez fakat gerçektir. "Sarı Paşa"yı, bu savaştan dört sene sonra Milli Mücadele'nin başına taşıyan karizmatik kariyerin ilk adımı bu cephede atılmıştır. Dolayısıyla bugünün hakim değerleri açısından Atatürk'ü, Çanakkale savaşlarının cephe komutanı, hatta Osmanlı ordularının erkan"ı harbiye reisi gibi telakki etmek, daha çok ilkokul talebelerine mahsus bir optik yanılgıdır. Aynı yanılgı, Hareket Ordusu'nun 1909'da, 31 Mart vakası'nın akabinde İstanbul'a girişi münasebetiyle de tekrarlanır ve bazı yayınlarda Atatürk, bu ordunun erkânı harbiyesi gibi takdim edilir. Yanlıştır; o tarihlerde kolağası, yani kıdemli yüzbaşı rütbesi taşıyan bir askerin, bir orduya kurmaylık etmesi mümkün değildir.

Belaltı vuruşları ve asparagastan başka sermayesi olmayan bulvar gazeteleri üslubuyla gazetecilik yapmak, basın dünyamızda hâlâ ayıplayıcı bakışların altında kendini un ufak hissetmiyorsa, hepimizin bu işte dahli var demektir. Devletin onca istihbarat örgütü, ajanı, memuru, arşivi var; devlete genel müdürlük etmesi düşünülen biri için bu devletin, bazı zehir hafiye gazetecilerin jurnaline ihtiyaç duyması düşünülebilir mi?

Sahi yahu, şimdi aklıma geldi: Âkif'in "Çanakkale Şehitlerine" isimli şiirinde hiç kimsenin adı geçmiyor; e, çocuklara okutmasak mı nedir?

Ayıptır ayıp, düşmanlığın bile âdâbı var yahu; hiç olmazsa Anzaklar kadar mert düşman olmayı deneselerdi keşke!


Kaynak (Arşiv)