"Aklından bile geçirme!"

Vebali okuyucumun boynuna; bana yollamak lütfunda bulunduğu ve başından geçen komik hatıraların birkaçını anlattığı mektuptan aktarıyorum; geçenlerde bir köşesinde sebze-meyve sandığı koyarak gariban manavların ekmeğine de göz diken süpermarketlerden birinin meyve 'reyon'unda, kalite kontrolüne girişmiş; üzümdü, kestaneydi, erikti derken birer ikişer götürmeye başlayınca görevli delikanlının dikkatini çekmiş ve bizim okuyucuyu göz hapsine alarak bakış tâciziyle yaptığı işten vazgeçirmeye kalkışmış. Bizimki yaptığı işte oldukça tecrübe kesbetmiş olsa gerek ki, "aldırış bile etmeden yemeye devam ettim" diye yazıyor. Sıra elmaya armuta gelince görevli delikanlı dayanamamış, 'abi' demiş,

"O kadar iştahlı yiyorsun ki içimden geldi; karpuz da keseyim mi?"

İkinci hadise Uludağ Üniversitesi'nde geçiyor; benim pek aklıma yatmadı ama burası Türkiye, olur mu olur!

Üniversitede bahar şenlikleri yapılmakta. Bizim okuyucu şenliklerin yapıldığı kalabalıktan uzak bir fakülte civarında iken dikkatini, yüz metre kadar ilerdeki alana inen helikopter çekiyor. Hep öyle olur ya; adamın biri pervanelerin rüzgarından korunmaya çalışarak âletten iniyor ve o civardan geçen bir öğrenciye yaklaşarak konuşmaya başlıyor. Konuşma bir süre devam ettikten sonra adam öğrenciyle el sıkışarak tekrar helikoptere biniyor ve havalanıp gidiyorlar.

E, bunca sıradışı hadiseden sonra siz olsanız merak etmez misiniz: Helikopterdeki kim, niçin aşağı indiler, öğrencinin babası olmasın sakın? Dayanamayıp kendilerine doğru gelmekte olan öğrenciye yaklaşıyorlar, "hayırdır kardeş, nedir hadise?"

"Önemli değil" diyor çocuk, "bir adres sordular; ben de tarif ettim, gittiler."

Sizi bilmem; bana pek inandırıcı gelmedi ama eğer böyle bir olay vaki olduysa şüphesiz bir 'ilk'tir ve buradan hareketle kimlerin helikopter sahibi olduğunu kestirebilirsiniz!

Sıradaki hadise -eğer iftira değilse- Trabzon'da Farabi Tıp Fakültesi'nin acil servisinin önünde geçiyor (Farabi Tıp Fakültesi diye bir yer yoksa rezil oldum demektir!) İki araç birbiri ardısıra son sürat acilin önüne gelip zınk diye fren yaparak duruyorlar; öndeki arabadan iki adam fırlıyor, "doktorlar nerede, sedye getirin, acil durum, koşun" diye ortalığı velveleye boğarken adamlardan biri arkadaki arabaya seğirtiyor, "tamam sedye geliyor, hastayı arabadan çıkarın" diye talimat veriyor. Arkadaki arabanın şoförü hayretle soruyor,

"Abi, hasta sizin arabada değil miydi?"

Meğer her iki arabanın personeli de hastayı diğer araçta zannederek tâ Rize'den beri dörtlüleri yakıp çığlık çığlığa klakson öttürerek son sürat Trabzon'a gelmişler!

Altına "aynen yaşanmış olay" diye yazmış okuyucu; "insanlık hali, olabilir" deyip geçmek var ama Rizeli okuyucular kızarsa ne yapacağız? En iyi Türk basın hayatında geçerli âdete biz de uyalım: Mâlum, önce iftira atılır, iftiraya uğradığını isbat etmek Rizelilere aittir.

Beşiktaş'tan kalkıp Yıldız'dan geçen bir minibüste geçiyor hadise. Şoför mahalli hep o bildiğimiz dantel işlemeli lüzumsuz örtülerle, benzinliklerde hediye edilen zevksiz havlularla ve mini vantilatörden mapusane mâmulatı boncuk dikiz aynası sallama süsleriyle lebâleb dolu. Konsolun üstüne serilmiş havlunun ortasında bir cep telefonu duruyor. Kaptan ise sol dirseği pencerede, sağ elinin ayasıyla direksiyon simidine bastırarak arabayı sürmekte.

Derken telefon çalıyor: dürü lülü lülü!.. Kaptan telefonu kapıp konuşma düğmesine basıyor,

"Aloo, buyrun, cep telefonuu..."

Okuyucu yine yemin billah ediyor, hadise aynen böyle oldu diye.

Bu defa sinemadayız. "Er Ryan'ı Kurtarmak" filmi oynuyor. O meşhur çatışma sahnelerinden birinde "Upham" isimli bir er, anadan doğma korkak bir salon çocuğu olduğu için, acilen mermiye ihtiyacı olan arkadaşına cephane götüremiyor. Arkadaşı ise sırf cephanesizlik sebebiyle vurulup oracıkta ölüyor. Bütün sinema ahalisi tam da o ânın şokunu yaşarken arkalardan bir ses patlıyor,

"Ulan Allah belanı versin tırsak herif; seni adam diye bu filme koyan recisörün ben..."

Âdettir, en güzeli sona saklanır.

İkaz ediyorum; ben inanmadım, hadise bana bir Amerikan komedisinden tornistan edilmiş gibi geldi ama ne kadar alafrangalaştığımızı düşünürsek yine de küçük bir ihtimal payı bırakmak lâzım.

Bu bizim okuyucu yine minibüste, şoförün yanındaki koltukta; günlerden 14 Şubat. Mâlum, 14 Şubat sevgililer günü. Kadıköy'e giden minibüsün radyosu açık. Bir ara spiker anons yapmaya başlıyor,

"Bu güzel ve sevgi dolu günde kimseden çekinmeden sevginizi belirtin; yanınızdaki o güzel insana dönüp elini tutun ve gözlerinin içinde bakarak, "seni seviyorum" deyin!

Bizimki arkaya bir göz atıyor; aa, millet birbirinin elini tutup "seni seviyorum kardeş" deyip durmakta. Tekrar önüne dönerken gözü şoföre takılıyor, şoför olup biteni dikizden görmüş, kara kaşlarını alnına doğru kaldırarak ihtarı yapıştırıyor,

"Aman ha koçum, sakın aklına bile getirme!"

İnternet âleminde dilden dile gezen ve ilk sahibi çoktan kayıplara karışmış komik notlardan biridir belki de. Araştıramadım; eğer "araştırmacı gazeteci" olabilseydim size bayat mal satıp satmadığını bilirdim ama nerde bende o kabiliyet?


Kaynak (Arşiv)