Akademik muharip
Ankara'nın yüksek rakımlı tepelerinden birinden (tabii burada Mamak veya Keçiören civarındaki yüksek rakımlı tepelerden bahsetmiyoruz) ve askerî çevrelerle arası iyi olan (mâlumunuz bulunduğu üzere bu ülkede herkesin askerlerle arası iyidir veya onlar öyle zannederler ama askerlerin herkesle arası iyi değildir; dedikodu yapmıyoruz, bakınız. Genelkurmay'ın birtakım basın kuruluşlarına uyguladığı akreditasyon uygulamasından söz ediyoruz) birtakım çevrelerden sızan (aslında burada "sızmak" fiilini tercih etmek doğru değil; nitekim aşağıda okuyacağınız bilgiyi bir günlük gazeteden derlemiş bulunuyorum) bilgilere göre Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasında lisans sonrası eğitimli subay (yedek subaylar galiba bu listeden sarfınazar edilmişlerdir; yani liste muvazzaf subayları kapsıyor) durumu aynen şöyledir:
Yurtiçi yüksek lisansını tamamlayan subay sayısı 4 bin 900, yüksek lisansa devam eden subay sayısı 4 bin 740, yurtdışı yüksek lisansını tamamlayan subay sayısı 590, yüksek lisansa devam eden subay sayısı 87, profesör subay 130, doçent subay 227, yardımcı doçent subay 200, doktora yapan subay sayısı 274.
Bu duruma göre orduda takriben on bin civarında yüksek lisanslı subay görev yapıyor demektir. Akademik unvan sahibi diğer subayları göz önüne alacak olursak halen bin civarında da doktoralı subay mevcut.
Şimdi vaktiyle doktora yapmış birisi sıfatıyla mevcut durumu iki farklı açıdan nasıl değerlendirebileceğimizi izah edeceğim ve siz neticede subayların akademik kariyer yapmasının faydalı veya zararlı olduğuna karar vereceksiniz.
1- Birinci hipoteze göre orduda akademik eğitim ve kariyer yapan subayların mevcudiyeti ve sayılarının artması son derece olumlu bir gelişmedir, çünkü:
a- Çünkü TSK, dünyanın en modern eğitimli subaylarına sahip olacaktır.
b- Elleri silah tutan kurumlarda komuta kademelerinin bu şekilde eğitimli olması hem Türk demokrasisi hem de dünya barışı için bir katkıdır; çünkü eğitim iyi bir şeydir ve bu uğurda ne söylense azdır. Dünya görüşü olan eğitimli komutanlar iyi barış yaparlar.
c- Akademik kariyerli subaylar aynı mantıktan hareketle gerektiğinde iyi de savaşırlar. (Son iki şıkkı, basınımızın güzide başyazarlarından birinin "TSK ile övünüyorum" başlıklı başmakalesinden almış bulunuyorum; akademik ilkeler icabınca kaynağımı ima ediyor; ancak gazetecilik prensiplerine göre kaynağımı sisleme hakkını kullanıyor(*)um.)
d- Sosyal bilimler neyse ama her ordunun sağlık, teknoloji, iletişim gibi sair konularda yetişmiş ve akademik eğitim görmüş uzmanlara ihtiyaç duyması, çağdaş bir gerekliliktir.
Yukarıda da görüldüğü gibi bu hipotez temelde basit bir kabulden gücünü alıyor; "iyi barış yapmasını bilenler, iyi de savaşırlar". Bu kaziyye temelden tartışmalıdır zira bu durumda iyi barış yapmasını bilen sivil kimlikli şahsiyetlerin aynı zamanda yaman birer muharip olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. Bu can sıkıcı ayrıntıyı görmezden gelmenizde hiçbir sakınca yoktur.
2- İkinci hipoteze göre orduda akademik eğitim ve kariyer yapan subayların mevcudiyeti ve sayılarının artması hiç de hayırhah bir gelişme sayılmaz, çünkü:
a- Akademik eğitim ve kariyere sahip kişiler, her faraziyenin ıcığını-cıcığını çıkarmadan, defalarca mıncıklayıp sağlamlığını kontrol etmeden, hipotezi taştan taşa vurmadan, doğruluğunu sınayıp kaynak araştırması ve analizi yapmadan harekete geçmemek üzere eğitilmişlerdir (mesela bu yazı ve onun yazarı).
b- Ordular temelde, görevli personelinin "muharip" kimliği ile övünür ve askeri eğitimi de esasen muharip tabiatı keskinleştirmek için gerekli görürler. Akademik eğitimin tabiatı, muharip ruhunu bozabilir (Bkz. "Kodun mu oturtacaksın arkadaş" edebiyatı).
c- Orduda akademik eğitim ve kariyer yapmış subayların çoğalması, zamanla emir-komuta zincirinde tatsız tartışmalar yaşanmasına sebep olabilir. Bu konuda bazı örnekler vermek gerekirse;
- Komutanım üzgünüm fakat, emrinizi uygulamadan önce size İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi'nin bazı maddelerini hatırlatmak isterim, zira verdiğiniz emir yaşama hakkını hiçe saymakta ve...
- Komutanım çok özür dilerim ama, bu emrin referanslarını göstermeyi ihmal etmişsiniz; bu duruma göre emrinizi bilimsel bir çerçeveden ziyade edebi bir deneme olarak algılama ve eleştirme hakkımı kullanmak istiyorum; şöyle ki...
- İyi ama komutanım siz henüz çiçeği burnunda doçentsiniz; ben ise iki yıl önce profesörlük unvanımı kazanmış bulunuyorum!..
- Komutanım, ateş emrinizi yerine getiremeyeceğim; çünkü tatbikatta kullanacağımız fosforlu bomba türü, Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'nun filanca maddesi gereğince çevrenin aura ve faunasına geri dönülmez şekilde zarar vermekte olup...
- Komutanım, bu emriniz ilgili taburumuzun anabilim dalı akademik grup toplantısında yaptığımız tartışma uyarınca şöyle sakıncalar doğabilecektir; bu mesele doktrininde o kadar çok tartışılmıştır ki, bir kere daha düşünmenizi rica etmek zorundayım. Kaldı ki emrinizin bir bölümü fikir ve sanat eserleri haklarının intihal kapsamına girmektedir. Genelkurmay'daki Profesörler Senatosu'nun yazılı kararı olmadan emrinizi uygulamaktan kaçınacağım gibi, şahsınıza karşı ileride açacağım dava konusunda bütün haklarımın saklı tutulmasını saygıyla arz ederken...
d- Vesaire, vesaire, vesaire (kabul ediyorum, böyle esbâb-ı mucibe maddesi olmaz ama siz bu akademisyen takımının fincana kulp uydurmakta ne kadar üretken ve şaşırtıcı bir zekâya sahip olduğunu asla bilemezsiniz; onlar bu vesairelerin içini öyle bir dolduracaklardır ki, hayalinizden bile geçiremezsiniz.)
Zannederim ki, ileride doğması muhtemel ciddi mahzurlardan bir kısmını bir nebze olsun hatırlatmış bulunmaktayım. Bu satırların yazarı olarak yukarıda sıraladığım iki ana şıkkın henüz bir başlangıç olduğunu da ifade etmem gerekiyor; zira her akademisyen, iki alt başlık altında sıralanmış bir analitik durumun, en azından bir alt başlık daha gerektirebileceğini gayet iyi bilir ve bu ihtimali kurcalamaktan vahşi bir zevk duyar. Üstelik sıra, ana başlıkların alt başlıklarına henüz gelmiş bile değildir.
İşin en fena tarafı akademik eğitim ve kariyer yapmış kimselerin koliler dolusu farklı görüş üretebilme kabiliyetlerine karşılık bu görüşlerden herhangi birini benimseme konusunda kolayca "bilimsel tarafsızlık" mevzilerine sığınma hakkı konusunda son derece katı ve muhafazakâr davranabildikleridir. Bu duruma en iyi örnek olarak kendimi ve bu bilimsel yazıyı sunuyorum. Ben şahsen şöyle bir toparlayıp analiz ettiğim ve muhtelif görüşlere yer verdiğim bu etüdümde henüz herhangi bir görüşten yana kanaat belirtmiş değilim ve kanaat belirtmeyi de düşünmüyorum. Saygıyla arz ederim; mütalaam emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!
(*) ...ama "hiçbir hakikat kalmasın âlemde nihan" prensibi gereğince bu kaynağın, Akşam başyazarı Sayın Serdar Turgut olup olmadığı hakkında son kararı yine de muhterem kamuoyumuzun takdirlerine bırakıyorum.