Zor edin; Nobel'e bir fırt kaldı
Ben bakanlığın yerinde olsam, o genç kaymakama, felan fişmekanın kitabını toplattığı için değil, tamamen ters niyetle de olsa güyâ cezalandırmaya çalıştığı yazarın reklâmını yaptığı için tahkikat açtırırdım.
Türkiye'de reklâm böyle olur; ikinci sınıf bir piyasa filmi çeken yapımcı, el altından gazete ve televizyonlara filmin açık saçık sahnelerinden kareler, hatta birkaç dakikalık klipler sızdırır; zaten böyle işlere teşne yayın organları da, "olay yaratacak, yasaklanacak, çok cüretkâr sahneler, bu kadar da olmaz ki" vezninden yorumlara döne döne o sahnelerden bahseder dururlar. Ciddi eleştirmenler, "yahu bu filmin seyredilecek yanı yok, zaman israfı" demiş bile olsalar film ilk hafta iyi iş yapar zira "merak kediyi öldürür." Sinema hâsılatı tavsayınca bu defa filmin gösterim hakkını bir yerli kanala satar, ardından video kopyalarını basıp dağıtırlar.
Fî bereket!
Biz vaktiyle kendi kitabını savcılıklara "toplatılsın da biraz reklâmı olsun" diye çaktırmadan ihbar eden yazarlar, yayınevi sahipleri de duymuşuzdur. Hele 12 Eylül'den önce sinema binalarının cephelerinden sarkıtılan sekiz-on metrelik "Danıştay kararıyla" pankartını, o günleri yaşayanlar tebessümle hatırlayacaktır. Haftadan haftaya filmler değişir ama pankart değişmezdi. Sinema seyircisi ise bağımsız yargıya medyûn-ı şükrân, sekizinci sınıf açık saçık ecnebî filmlerinin gişe rekorunu kırdırır dururdu.
Yine öyle oluyor. "Türkler bir milyon Ermeni kesti; bir ok attım pilav oldu" diyen romancı şahıs, son derece saygı duyulması gereken bir reklâm prodüksiyonuna imza atarak neredeyse bir aydan beri kendisinden bahsettirmeyi başarıyor. Ben bu adamın edebî gücüne veya politik fikirlerine değil, ticarî zekâsına hayranım; başka işleri yokmuş gibi miting düzenleyip resmini yırtanlara, "İlimize, ilçemize zinhar gelmesin" diyenlere bile reklâmını yaptırıp, muhaliflerinin sırtından para ve şöhret kazanıyor. Düşmanın bile akıllısını dileyen eski zaman ferâsetinin önünde eğilmez de ne yaparsınız; müşarünileyhin böyle düşmanları oldukça dosta ihtiyaç duymayacaktır.
Neymiş efendim, yasak kararından sonra anlaşılmış ki o ilçenin resmî kütüphanesinde mâhut yazarın bir tane bile kitabı yokmuş; bir de şimdi gidip bakınız; eminim ki adamın külliyatı tam takım sipariş edilip raflara konulmuş, ilçenin kitapçıları da bir sürü kitap ısmarlamıştır.
Üç-beş yüz kitap satışı değil mesele, asıl kâr üç beş yüz kitabın yüzde onluk te'lif hissesinde değil, adını anmaya değer bulmadığımız kişinin uluslararası camiada kazanacağı itibarda. Uluslararası Kendi Ülkesinde Sövenler Cemiyeti veya Halkından Tiksinenler Enstitüsü gibi dandik kuruluşlar nezdinde bundan büyük kahramanlık, bundan âlâ celâdet olmaz çünkü.
Bizim buralarda "zor et" diye bir lâf vardır, "zorlama!" mânâsında kullanılır; mezkûr kişiye kötülük olsun diye açılan bu gibi kampanyaları işittikçe "zor edin" diye gülüyorum; "Zor edin, adama neticede Nobel'i de aldıracaksınız". Zira kendi ülkesinde, ahalinin neredeyse tamamını karşısına alarak bütün çağların vicdânı gibi peygamberâne bir edâ ile toplumu adına "millî günahları" itiraf edip duran bir adama Nobel jürisi fazla dayanamaz, şakkadanak ödülünü veriverir. Bu defa adamın resmini yırtıp, dünya yıkılsa semtlerine uğramayacağı muhakkak bir kişiye "Zinhar ilçemize gelmeyesün" diye protesto mitingi yapan âkıl kişiler, "Bir oku attım Nobel oldu" şaşırıp kalakalırlar artık.
Böylelerini protesto etmek gibi niyeti olanlara akıl vereyim bâri; yokmuş gibi davranacaksınız efendim. İlgisizlikten çıldıracak raddeye gelip don-gömlek İstiklâl Caddesi'ni perende atarak geçmeye kalkışsa bile dönüp bakmayacaksınız.
Bu özgüven var mı sizde!