Zımba!

Geçen hafta 20. yaşgününü kutladığımız Aksiyon’daki ilk yazımın başlığı-rahmetli Necatigil’in mısrâlarına atfen- “Solgun bir gol oluyor dokununca” idi ve Türk futbolunun yaşayan efsânesi Hakan Şükür’e dairdi.

16 yıl önce, 1997’de kaleme aldığım bu yazıyı yeniden okudum ve vaktiyle aşağıdaki satırları yazmış olmaktan zevk duydum:

“Hakan Şükür’ü seviyorum. (...) Onda parlak futbol kariyerinin ötesinde parıldayan şeyler de var; alçak gönüllü, terbiyeli, inançlı ve dürüst bir delikanlı. Medyanın yoğun ilgisine rağmen zıvanadan çıkmayışı çok önemli bir not. Sıradan futbolcuların bile yıldız addedilip, kikirdemesinin dahi haberden sayıldığı şu çılgın medya dünyasında, bu kadar ilgiye muhatap olduktan sonra 20-25 yaşındaki delikanlıların hâlâ ağırbaşlı davranabilmesi bana sıra dışı bir meziyet gibi görünüyor.”

Önceki gün partisinden ayrılmasının gerekçelerini sıraladığı uzun veda mektubunda da aynı beşerî kalitenin pırıldadığını görmek güzeldi; ondan daha mühimi, kendini bugünlerde çok kırgın, çok örselenmiş gören bir topluluğun duygularını kelimelere aktarmasındaki üslûp terbiyesiydi. İncitmeyen, suçlamayan, hissiyâtını kemâl-i edeble aksettiren bu sözler, kimi ağızların namluya dönüştüğü can sıkıcı ve sevimsiz iklimde yüksek seviye dersi gibiydi.İstifa mektubundaki, “Bu karardan sonra şahsıma yönelik bir kısım karalama kampanyalarının da başlayacağını biliyorum.” cümlesinin isabeti hemen tecelli ediverdi; artık “eski” sayılmak lazım gelen bir vekil arkadaşı hemen, “Aslında işin özeti; ‘Bana emrettiler ben AK Parti’ye geldim, şimdi emrettiler ayrıldım’ demektir.” tespitiyle kendisine yakışanı yaptı. Bu cümle, siyaset dünyamızdaki lider saltanatının tersinden tasdik edilmiş hâlinin istemeden ifşâsıdır: Türkiye’de vekiller, ancak liderlerinin irâdesi ve desteğiyle seçilebiliyorlar; lâkin minik bir hatırlatma; bu hüküm sadece Hakan Şükür’ü değil, o kahırlı hükmü veren eski bakanı da kapsıyor!

Bu arada yeri gelmişken herkesin şikâyet edip durduğu ama kimsenin değiştirmek için kılını bile kıpırdatmadığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu hakkında kaleme alınmış, son derece vukuflu ve bir o kadar da eğlenceli bir değerlendirme için Türkiye Günlüğü dergisinin 115. sayısında genç ve parlak akademisyenlerimizden M. Serhan Yücel’in “Kodifikasyonun Konkordato ilan etmesi üzerine bir deneme: 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu” isimli makalesini bulup okumanızı hararetle tavsiye ederim. “Emirle geldi, emirle gitti” tespiti o kadar yürek ferahlatıcı bir tesir yapmış olmalı ki, dün Başbakan da aynı minvalde konuşmaktan nefsini men edemedi: “Bir insan bir partinin bayrağı altında seçime giriyorsa ondan sonra o parti ile birlikte hareket eder. Ayrılıyorsa da sadece partiden ayrılmaz. Eğer dürüstse o zaman Parlamento’dan ayrılır, milletvekilliğinden ayrılır, çünkü bağımsız olarak bu Parlamento’ya gelmiş birisi değilsin.” Nezaket eldiveni altındaki demir muşta kıvamındaki bu sözler, evet latif değil ama üzülerek kabul ediyorum ki mantığı doğru. Listeleri genel başkanların yaptığı parti düzenimizde başkanın hilâfına düşünenlerin, eleştiriyle birlikte sadece partilerinden değil, vekillikten de ayrılmaları daha yakışıklı durur ve tenkit gerekçelerini de ciddiyetle mühürler.

Hakan Şükür’e seçmeni sıfatıyla oy vermiş biri olarak diyorum ki, ey güzel vekilim, dönüver sine-i milletine; geliver sevenlerinin kalbindeki mûtena yerine. Belki özlük hakları itibarıyla kolay vazgeçilmeyecek bir kayba uğramanız mümkündür fakat vallahi bu fedâkârlığa değer; billahi bu minnete katlanmaya değmez.

Solgun bir gol olmasın dokununca sevgili vekilim; ağları yırtan cinsinden zımba gibi bir dömivoleyle çakıver şu son golü! Sonrası Mevlâ kerim.


Kaynak (Arşiv)