Zenci
Mehmet Baransu’nun 5. Sulh Ceza Hâkimliği’nce tutuklanması, Türk Basını’nda bir ara kapanmış görünen yarılmayı yeniden görünür hale getirdi.
İlk gününden beri Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarına karşı tavır alan çevreler, Baransu’nun tutuklanmasını, “Su testisi su yolunda kırılır, olacağı buydu”dan başlayıp, “Oh oldu, defalarca tutuklansa yeridir”e kadar vardırıyor. Gazeteci Baransu şimdi, “Suç işlemek için örgüt kurmak, devletin gizli kalması gereken belgelerini temin etmek, açıklamak ve yok etmek” ithamıyla hapiste. Doğrusu müthiş bir prodüksiyon kudreti! Yukardaki tutuklama gerekçesinin, kendi başına ayakta duramayacak kadar tutarsızlığı ise de Ergenekon ve Balyoz lobisi, AKP ile yol ve kader arkadaşlığı şerefine ısmarladığı pastanın üstüne bir çilek koymanın mutluluğunu yaşıyor. Onun bir ‘gazeteci’ olması veya aynı ithamdan ötürü daha önce aklanmış olmasının da önemi kalmadı. Darbeye karşı direnen basının sayesinde vesayete karşı kamuoyunun desteğini ardına alan iktidar, devran dönünce Ergenekon ve Balyoz lobisiyle gizlice iş tutup kendi vesayetini kurdu.
Türkiye’de ‘gazeteci’ sıfatının itibar ve dokunulmazlığından faydalanmak için basın kartının kâfi gelmediğini, başkaca aidiyetlere sahip olmak gerektiğini de öğreniyoruz böylece. Baransu’da olmadığı halde, meselâ sadece kitap yazdığı, haber yaptığı için tutuklanan gazetecilerde mevcut bulunan özellik nedir? Düşündüm bulamadım; herhalde bazı demokratik kuruluşları ve basın örgütleri bu sorunun cevabını biliyorlardır ve netice itibarıyla Mehmet Baransu bugün yalnız bir gazetecidir; bir mânâda gazeteci milletinin zencisi!
Tutuklama kararını veren mahkemeye göre Balyoz davası bir ‘kumpas’ eseriymiş; mümkündür; biz bu kelimeyi 17-25 Aralık soruşturmalarından da hatırlıyoruz. 17-25 Aralık kumpas ise Balyoz da kumpastır ve aynı mantığın izinden gidilirse 12 Eylül Darbesi’nin bile bir kumpas olduğu neticesine ulaşabiliriz.
-Yok artık, 12 Eylül darbe değilse darbe nedir ki, diye aklınız karışmasın. Madem kartlar açık oynanıyor, bari anlatayım da hiçbir hakikat nihan kalmasın âlemde...
Efendim, Kenan Paşa ve dört komutan arkadaşı, 12 Eylül sabahı tesadüfen Başbakanlık civarından geçerken içlerinden biri tansiyon hapını içmeyi unuttuğu için Başbakanlık kantininden bir bardak su istemek için binaya yönelince kantinci paniğe kapılıp, “Paşalar Başbakanlığı bastı; herhal darbe yapıyorlar” diye ortalığı velveleye vermiş ve cayırtıyı duyan ‘dönemin başbakanı’ Demirel de, ‘Çok şükür nihayet karara varmışlar. Şapkam nerede” diyerek binayı terketmiştir. Vaziyete muttali olan paşalar, “Madem darbe sandılar, netekim Meclis’i lağvedip anayasaya el koyalım bari” demişlerdir. Görüldüğü gibi ortada darbe yoktur, kantincinin kumpası vardır 12 Eylül’ün sorumlusu kantincidir. Kantinci bir süre önce vefat ettiği için dava düşmüş olup sıkıyönetim zindanlarında zulüm görenlerin de bilahare kendi kendilerine işkence yaptıklarını farketmesiyle dosya kapatılmıştır. Darbe sorumlusu 5 paşa veya yakınlarının, darbecilik ithamıyla mağduriyete uğramalarından ötürü devlete karşı maddi manevi tazminat davası açma hakları saklıdır.
Eveeet, 12 Mart 1971’de de buna benzer bir yanlış anlama olmuştu; 27 Mayıs Darbesi ise, asla darbe filan olmayıp Mossad, CIA, KGB, Avrupa Birliği, IMF ve elbette faizci Siyonist çevrelerin bir kumpası veya dublajıydı. Kahraman ordumuz, evet durumdan memnun değildi ama darbecilik filan... Hâşâ! O sabah radyoevi ve TBMM’yi saran dış güçler ve faiz lobisinin asker kılığına girmiş paramiliter unsurları idareye el koyunca mecbûren...
Gülüyorsunuz değil mi? Sizi ciddiyete davet ederim. Büyüyün artık biraz! [email protected]