Zamanlama iyiydi!
Bizdeki hukuk uygulamasına göre bir darbenin yargı önüne getirilmesi ve yargılanması için şu şartların gerekli olduğunu öğrenmiş olduk: Evvela darbe “sâlimen!” yapılıp tamamlanmış olacak!
Darbeciler anayasa düzenini silah zoruyla alaşağı edip hükümeti devirmiş, meclisi kapatmış, vali ve belediye başkanlarını açığa almış ve darbe hukukuna ([!]) göre işleyen mahkemeler kurmuş olacak. Ardından, her devrin gözdesi “güvenilir çocuklar”dan müteşekkil bir kurucu meclis tayin edilecek, onlar yeni bir anayasa yapacaklar vs, vs...
Dalga geçmiyorum, fî tarihte çok muteber hukukçulardan birisi, yeni anayasa teşebbüslerini imâ ederek, “Normal meclis ancak anayasa değişikliğine yetkilidir. Anayasaları ancak ‘Aslî kurucu iktidar’ yapar. 27 Mayıs darbecileri böyle bir iktidardı meselâ; kezâ 12 Eylül darbecileri de aslî iktidardılar” mealinde şeyler söylemişti. Bir başka anayasa hukuku profesörü ise 12 Eylül sanıklarını yargı karşısına çıkaracak iddianame kabul edildiğinde diyordu ki: “Evren ve arkadaşları, halkoyuyla kabul edilen 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesi hükmünce yargılanamazlar; zira geçici 15. madde, darbeyi yapan komitenin (yani “Konsey”) her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceğini ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağını âmirdir. Bu madde halkoyuyla kabul edildiği için ‘Kapsayıcı bir af’ hükmündedir. Af geriye doğru işlemez, yok sayılamaz. Dönerse böyle bir hukuka ve devlete güvenilmez!”
Bir buçuk sene önce bu sütunlarda “Aslî kurucu iktidar kadar taş düşsün ayağınıza” başlıklı yazıda şöyle demiştim, “Meşhur anayasa hukukçularımızın engin ve derin mütebahhirelerine nazaran darbelerin henüz yazılı olmayan kuralı şudur: ‘Vurunca öldür, sakın sağ bırakma!’, yani, darbeye başlayınca işi mutlaka tamamla; başarırsan suç işlemek bir yana, yeni hukuk nizamının kurucusu olursun ama işi yarıda bırakıp murdar edersen, işte o fenadır!”
Karadenizli’nin dediği hesap n’ooldi? Tam tersini gördük! Aslî kurucu iktidar tesis eden 12 Eylülcü paşalar müebbede mahkûm edilirken, darbeye teşebbüsten haklarında Yargıtay kararı kesinleşenler, beraate denk bir hukuk içtihadıyla tahliye edildiler. Her iki kararın aynı gün çıkması, zamanlama açısından manidardı. 12 Eylülcüler hakkındaki kararın daha yargıtay, o olmadı AYM safhası var. Bakarsınız o duruşmalarda da âdil yargılanma hakkının ihlâline tesâdüf edilir; mümkündür ve benim tahmin o merkezdedir. Öyleyse “Darbecilerle hesaplaşıyoruz” vs. gibi laflarla birbirimizi kandırmayalım; uygulama gösteriyor ki bizde darbe ithamı –ister başarılı ister yarım kalmış olsun- yargı önünde kendini kurtaracak bir formülü mutlaka bulur. Bu bir Türkiye gerçeği, yazılı hukukun yanında, icab ettiğinde yargı sürecini by-pass edecek lobilerin –ki bunlar aslî kurucu dahildir!- varlığı da “hukuk işlerimiz”e dahildir.
Balyoz sanık ve mağdurlarının âdil yargılanma talebini ve AYM kararını saygıyla karşılıyorum, ne var ki Türk hukukunda bugün “yargı kararı” denilen kavramın karşılıksız kaldığını da bilelim. Vaktiyle görülmüş ve görülmekte olan her dava, benzer gerekçelerle bozulabilir. Halen yürürlükte olan 32 yıllık anayasamızın altında kapı gibi imzası bulunan 90’lık paşalar hakkındaki ilk karar bile, benzer bir bakışla ilk üflemede yıkılacak gibi duruyor. İktidar sözcüsünün, “Kesin olmamakla birlikte bu karar adaletin tecellisidir” demesine bakmayınız ve suale cevap veriniz: Dünden itibaren Türk yargısının daha âdil ve hızlı işleyeceğine dair bir ümit taşımak için ortada elle tutulur bir işaret görüyor musunuz?
Alın size Öcalan dâvâsı! Bir yandaşı iki gün önce mitingde, “Demokrasi mücadelesi bu dirayetle [!] gelişirse, önümüzdeki yıl sayın Öcalan kendisi bu meydandan size selam verecek” dedi mi, demedi mi? Peki, hangi hukuka dayanarak söyledi bu sözü?
Cevabını herkes biliyor, yormayın beni!