Zaman'ın hakkı Zaman'a

Zaman'ın hakkı Zaman'a; cumartesi nüshasının ilk sayfasındaki Sultan Abdülaziz fotoğrafı, belki de birbuçuk asırlık Türk siyasi hayatının en sersemletici, en ibretâmiz karesiydi. (Ben olsam "görsel diktatör" Fevzi Yazıcı ile kavga etmek pahasına resmi tam sayfa basardım.) Hani, "insanın kanını donduran" diye bir lâf vardır; bu fotoğraf öyleydi. Gazetecilik sezgilerindeki hassaslık sebebiyle önce, haberin yazarı Abdullah Kılıç'ı, ardından gazetenin yayın editörlerini tebrik etmekten zevk ve gurur duyuyorum.

Fotoğrafın hakkını veren ikinci gazete Hürriyet'ti; Murat Bardakçı dünkü Hürriyet'te güzel bir değerlendirme yapmıştı ama zannımca, asıl yazılması gerekenlere, sayfasındaki ilan yüzünden yer bulamamıştı.

Bu fotoğrafı hakkıyla tahlil etmek için, mübalağasız bir kitap hacminde yorum yazılabilir. O devrin tarihi ile ilgilenirim; Mahlu' (hal'edilmiş, tahtından indirilmiş) Sultan Abdülaziz'i o derece derin hicrân içinde gösteren bu resmin varlığını bilmiyordum, görmemiştim. Abdülaziz'in son fotoğrafı olmak bakımından resmin tarihî vesika kıymeti ayrıdır ama asıl sersemletici mânâ, henüz iki-üç gün önce Osmanlı tahtını uhdesinde tutan bir cihan pâdişâhının (o devirde Osmanlı devleti, büyüklük ve güç itibariyle 5. sıradaydı ve bu lâubâliliğe revâ görülen Abdülaziz Han, birkaç gün öncesine kadar Halife-i Müslimîn sıfatını taşımaktaydı) ihtilâl şımarıklığının elinde bu derece zebûn hale düşürülmüş olmasıydı.

Padişahın kıyâfetine bakınız; Unkapanı iskelesinde mal çeken bir hammalı andırıyor. Yüzündeki ifâde ise uğradığı hakarete mukabelede bulunmak imkânı elinden alınmış bir muktedirin, kendi içine gömülmüş öfkesini aksettirmekte. Mahlu' padişahın ensesine şaplak atacak kertede cıvıklık serdeden her iki yandaki şahısların duruşundaki teklifsizlik, bir kaplanın yüzülmüş postuna basarak poz veren iki meraklı turistin lâubâliliğini canlandırıyor.

Ortalama gazete okuyucusu bilmemekte mâzurdur; Abdülaziz Han "yeni asker-sivil şehirli aydın" menşe'li bir komita tarafından tahttan indirildiğinde Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırılalı 50 sene geçmişti. Bu elli sene, askerî bürokrasinin bu defa Batılı üslûpta yeniden düzenlenerek iktidar denklemindeki hissesini yeniden sahiplenmesi bakımından bir ara devre teşkil eder. Sultan Abdülaziz'in hal' kararını ilân eden darbecilerden Mütercim Rüştü Paşa, "Millet Abdülaziz Han hazretlerini hal' etti" ifadesini tercih etmişti. "Millet" kavramının iktidar mücadelesinde ilk defa kullanılması, kana bulanması ve yerinden uğratılması böyle oldu. Darbeciler milleti temsil ettiklerini imâ ediyorlardı; müteakip darbelerde üç aşağı-beş yukarı aynı diskurun tercih edilmesi şâyân-ı dikkattir.

Abdülaziz, o fotoğraf çektirildikten sonra birkaç gün içinde öldürüldü. Millet adına darbe yaptığını savunanlar, o günden bu yana Abdülaziz'in intihar ettiğini savunmuşlardır; otopsi raporunda ise Abdülaziz'in her iki bileğinde kesik olduğu belirtilmişti. O günden bu yana bir müntehirin, her iki bileğini nasıl kesebildiği, adli tıp uzmanları tarafından hâlâ cevaplandırılamamış bir muamma olarak kaldı. Aradaki 93 günlük V. Murad iktidarından sonra tahta II. Abdülhamid geçti ve bu çirkin hadisenin faillerini, Yıldız Sarayı müştemilâtında çalışan bir mahkeme vasıtasıyla yargılattı ve devrin en iyi hukukçuları intiharın aslında bir cinayet olduğuna hükmettiler. Abdülhamid'i darbeci takımı nezdinde bu derece sevimsiz kılan şeylerinden ilki bu yargılama meselesidir; ikinci ve daha mühimi ise, Abdülhamid'in saltanatı müddetince darbeci takımı ekarte ederek devredışı bırakması, Bâbıâli'de yoğunlaşan bürokratik iktidarı etkisiz hale getirerek Yıldız mâbeyninde mûnisleştirmesi ve darbeye meraklı askerî bürokratlara göz açtırmaması oldu. Hazretin "müstebid"liğinin aslı esası budur!

Bu vesileyle gazetemi yeniden kutlamak istiyorum; Çakalların elinde öldürtülen Sultan Abdülaziz'e ise bu vesile ile Fâtiha yollayalım.


Kaynak (Arşiv)