Zabıtların sinematografik tahlili
BDP cenahından “İmralı zabıtları”nın nasıl olup da dile düştüğü yolunda yapılan açıklama, içinde yüksek dozda mizah barındıran unsurlar taşıyor; buna göre görüşme notları, BDP genel merkezinde fotokopi makinesinde çoğaltılması için iki kişiye teslim ediliyor.
Nâmık, yani haberi yapan muhabir arkadaş, BDP’yi yakından takib eden bir gazeteci olduğu ve çaycısından fotokopicisine partide herkesi çok iyi tanıdığı için fotokopiden bir nüsha alması hiç zor olmamış...
BDP yetkilileri, “Kim sızdırdı?” sorusuna gerçekten böyle bir izah getirdi mi bilmiyorum; bir başka gazeteci yazar arkadaşımızın iddiasıdır ve eğer gerçekten böyle ise yeni bir kaset, pardon fotokopi skandalı ile karşı karşıya bulunduğumuzun resmidir.
Bir tarafta ulvî ve parlak bir gazetecilik zaferi yıpıl yıpıl ışıldarken öte tarafta bu başarının, parti fotokopicisi elemanının cömertliğine yaslandığını görmek, sürecin kendisi hakkında gayrıciddi intibâlar uyanmasına yol açıyor.
Esasen zabıtlar dahi birbirinden renkli ve sinema tadında unsurlar taşıyor. Daha ilk adımda zabıtların, gazete yönetimi tarafından ucundan kenarından kırpılarak vatana ve millete daha yararlı sonuçlar getirmesi maksadıyla “Edite” edildiği iddiası, pişmiş aşa katılan soğuk su efekti tesiri uyandırıyor. Böyle şanlı, korkusuz, habercilik denilince iliklerine kadar heyecanla titreyen ve gerçek uğruna göğsünü yıldırımlara (Bkz, “Batsın sizin gazeteciliğiniz!” kargışı!) karşı germekten çekinmeyen bir gazetecilik ülküsünün, yayından evvel editör masasında (ki saatlerce sürdüğünü öğreniyoruz bu faaliyetin!) “Değmiş, değmemiş... şurası filancaya, burası falancaya dokunuyor; şuna çaktığı iyi olmuş kutu içine alalım, şu faslı pas geçelim” yollu endişe ve hesaplarla kuşa çevrilmesi, günün birinde çevrilecek bir politik komedi filmine hayli realistik malzemeler teşkil edebilir.
Hakem daha düdüğü çalmadan şu şâşaalı gazetecilik yaklaşımının 1-0 yenik duruma düşmesi ne hazin!
Bir kısım kamuoyunda “Önderlik” diye tesmiye olunan başroldeki zâtın sarfettiği, “Benim demokratik kriterlerim var” repliği, bana göre dramatik aksiyonun zirveye ulaştığı andır ve bu beliğ sözün yanında, “Ben devreye girdim... Darbeyi önledim... Süreci başlattım... AKP’nin olgunlaşması için bilerek sabrettim... Cezaevi müdürüne Hakan Beyi yalnız bırakmamak gerekir dedim... Ben komployu aşıyorum...” gibi çok daha ciddi görünen replikler pek sönük kalıyor.
Zabıtlarda gördüğüm aksiyonun en melodramatik yeri ise, üç kişilik heyetteki bayan üyenin, bunca önemli tebliğ ve irşad faaliyetini bir an için olsun kesintiye uğratmak pahasına öne atılarak, “Başkanım sizden bir parça almak istiyorum” talebi bana göre. Önderlik bu talep karşısında ilk anda benim tahminime göre, “Hayırdır, ne parçası, kimseye zırnık bile vermem” diye paniklemiş olsa da kendisinden istenen “parça”nın bir hâtıra olduğuna derhal intibak ederek elindeki kalemi uzatıyor ve ekliyor, “Hatta size bir şey imzalayabilirim!” Zabıtları tutan şahıs, bu duygulu atmosferi şöyle tasvir etmiştir: “Heyetin üç üyesine ayrı ayrı duygularını ifade eden birer cümle yazarak birer kart imzalayıp verdi”
Gel de hislenme bakalım!
Mûtadım vechile sözü kısa bir kıssa ile hisseye bağlıyorum:
Akşamcılığı ile mâruf Bekri Mustafa’yı Ayasofya Camii avlusunda cenaze namazı kıldırdıktan sonra tabuta yaklaşarak birşeyler fısıldadığını gören bir meraklı, cenazeden sonra Bekri Mustafa’ya sormuş, “Tabuttaki naaşa ne söylediniz, pek merak ettim yahu?” Cevap, “Dedim ki, ölülere selam söyle, dünya ahvalini sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin; onlar gerisini anlarlar!”