Yurtta münâferet, cihanda sulh
Tesadüf veya tevâfuk. Tâziye mesajı, Bugün TV’de bu akşam yayınlanacak ‘Tarihin Rotası’ programına misafir olarak katıldığım (çarşamba öğle suları) dakikalarda basına aksetti. İlk düşüncem şu oldu: Bir TC Başbakanı ağzından 1915 faciası için yapılabilecek en iyi, en insaflı, hakikatin ruhuna en ziyade yaraşır sözlerdi. Bu duygularla yayın esnasında Başbakan’ı kutladım.
Son günlerde Sayın Başbakan’ın konuşmalarında ilginç bir unsur öne çıkıyor. Esas konu ne olursa olsun, sözün bir yerinde paralel güçlere geçiş yapılıyor ve olmadık hakaret sıfatları bunu izliyor. Doğrusu mesajda tehcir olaylarını değerlendirirken her an, “biz yapmadık, bu insanlık ayıbını paraleller işledi” cümlesiyle karşılaşmayı bekledim. Hayır, metinde böyle bir gönderme yok. Daha kaleme alınırken bütün dünyada ve diplomatik çevrelerde büyük ilgi uyandıracağı bilinen bu metinde paralelleri dünyaya çekiştirmenin câzibesinden nasıl vazgeçilmiş olabilirdi ki? Doğru cevap mâlum: Bu mektup seçmenlere değil dünya liderlerine hitab ediyor ve onlar, artık iyice sulanmış bulunan, “biz yapmadık, mel’un paraleller yaptı” sızlanmasına sadece gülüp geçerler.
İçe konuşurken ötekileştiren, itip kakan, nefret suçunun bütün unsurlarını bir hamlede dolduran kindar bir üslûp; diplomatik muhitlere seslenirken insânî, merhametli, şefîk ve anlayışlı; âdeta dervişâne bir edâ. Bu çifte standartta Türk kamuoyunun fena halde alınganlık göstermesi gereken bir durum var.
Bildirinin muhtevasını destekliyorum, aksini savunmak tutarsızlık olurdu; çünkü Aksiyon dergisinin 2010 Mayıs’ında yayımlanan ‘Özür’ başlıklı yazım, bildirinin ruhu ile tamamen örtüşüyor. Dört yıl önce bu duygularımı yazdıktan sonra kanımda bir bozukluk olduğundan şüphelenenler çıkmıştı. Yazı hâlâ orada, ben de buradayım fakat devletin resmî tutumunda esaslı bir rota (kan?) değişikliği oldu.
Bildiride cümleler ve fikirler tek tek doğru fakat çerçevede bir tuhaflık var. Tehcirin 100. yılına ramak kala, elde karanfil çelenkleriyle güzel sözler söylemek için biraz geç değil mi? Nitekim daha ilk andan itibaren, dış ve iç siyasetteki sert ve başarısız yaklaşımları sebebiyle ‘Tâziye’nin Batı kamuoyunda olumlu izler bırakmak amacıyla yazıldığı ileri sürüldü; bu eleştiriler tamamen haksız değil.
1915 trajedisi için net bir görüşümüz hiç olmadı; resmî politikamız, 1973 yılında yaşlı bir Ermeni’nin Los Angeles’ta Mehmet Baydar ve Bahadır Demir isimli diplomatlarımızı şehit edinceye kadar uzun ve manidar bir sessizlikten ibaretti; hattâ inkâr. Yaşlılarımız biliyorlar, yeri gelince ‘Ermeni patırtısı’na dair içler acısı hatıralar anlatıyorlardı ama devletin haberi yoktu!.. 1973’ten sonraki Türk resmî görüşü ise Asala saldırılarının uyandırdığı öfkeden ve intikam hissinden ibaret kaldı. Yok saydık, erteledik, “Tarihçilere bırakalım” dedik, “Arşivler açık, buyrun inceleyin” dedik fakat Başbakan’ın taziye mesajı gösteriyor ki sadece kendimizi aldatmış ve avutmuşuz. Bir asırda bir arpa boyu yol...
“Biz biliriz işlerimizi/ işimiz kimseden sorulmamıştır” tafralarının bugünün dünyasında kıymet-i harbiyesi kalmadı. Bir asır önce, aramızdaki hunharların “Burası dağbaşı, kimsenin haberi olmaz” diye işlediği günahın hesabı bizden sorulacak. “Bu bir rezalettir, Diaspora ağzıyla konuşmaktır, Soykırım safsatadır” yollu itirazların, iç siyaset malzemesi olmaktan başka hükmü yok.
Not: Etyen Mahçupyan’ın hükümet taraftarlığında benim için mahzur yok. Zaman, görüldüğü gibi yazarlarına fikrî hürriyet konforunu veren bir gazete. Mahçupyan, kendi doğrularını pekâlâ incitmeden savunabilecek iken sütun arkadaşlarını ve okuyucuyu inciten garip bir üslûp seçti. Bu bence nezaketsizlik. Artık fikirlerden değil, nezaketten bahsediyoruz ve Mahçupyan bir anlığına kendisini hükümet yanlısı bir gazetede, hükümeti eleştirirken tahayyül ederse nezaketten neyi kastettiğimi anlayacaktır.