Yunan krizine dair küçük sorular

Dikkatlerimizin daha ziyade "iç"e döndüğü önemli bir sosyal değişim sarsıntısının tam orta yerinde yaşıyoruz. Meşhur İspanyol tarih filozofu Ortega Y Gasset, 1934'te kaleme aldığı "Almanlar İçin Önsöz" başlıklı makalesinde bu içe dönüklük haletini, bütün Akdeniz havzasına şümullendirilebilecek bir tarzda şöyle ifade etmişti: "Bize gelince, durum pek farklıdır: Milli endişelerden uzaklaşmak isteyen her İspanyol günde on kere onların ağına düşecek, sonunda anlayacaktır ki, Bidasoa ile Cebelitarık arasında doğmuş bir insan için, bir numaralı, dört dörtlük, kaçınılmaz mesele İspanya'dır." Dış politika ile özellikle ilgilenen biri değilim; bu yüzden merak ettiğim ayrıntının, başta Zaman olmak üzere diğer gazetelerin dış politika sayfalarında defalarca yayınlanmış olması ve benim bu incelikten gaflet sebebiyle habersiz kalmış olmaklığım pekala mümkündür. Yine de en azından bir vasati okuyucu sıfatıyla merak ettiğim mesele şudur:

Yunanistan devletinin, hükümetler üstü bir kararlılıkla, Türkiye'ye hasmane bir tutum izlemek yoluyla, iç problemlerini gizlemeye çalıştığı yolunda bir kanaatimiz var ve ne zaman Yunanistan'la ilişkilerimiz kriz noktasına varsa, bu cinsten yorumları tekrar be tekrar dinliyoruz. Aynı kaynaklardan aldığımız bilgiye göre bizim iç problemlerimiz, Yunanistan'la mukayesesi bile düşünülmeyecek hacimde daha ağır olduğu ve Avrupa Birliği'nin iktisadi ve siyasi himaye şemsiyesi altına sığınmış olmak bakımından Yunanistan'ın bizden daha müreffeh bir toplum olarak takdim edildiği halde bu ülkenin yaklaşık olarak iki ayda bir Türkiye ile askeri platformda dalaşmayı göze alacak kadar kriz politikalarına bel bağlaması hiç de makul görünmüyor. Makul değil çünkü Türkiye'nin askeri gücü, Yunanistan'la mukayese edildiğinde "kahhar" bir ağırlık taşıyor. Hal böyle iken haşarı komşumuzun Türkiye ile sık sık "rus ruleti"ni andırır bir sinir oyununa girişmesi, vasati Türk okuyucu açısından anlaşılmazlıktan kurtulamıyor.

Halbuki Türk kamuoyunda Yunanistan'a yönelmiş ezeli, ebedi ve sistematik bir nefret politikasının mevcut olmadığını biliyoruz. Vaktiyle tek yanlı bir iyi niyet gösterisiyle Yunan turistler için vize uygulamasını kaldırdığımızda, bu iyi niyet zirve noktasına varmıştı. Yunanistan'la savaşmanın, bizim için rahatlıkla göze alınabilir bir nitelik taşıdığı halde kimse tarafından arzulanmadığı da malumumuz. Yani bilebildiğimiz kadarıyla Türkiye, Yunanistan'ı, böyle yaygın bir paranoyaya sokacak çapta taciz ve tehdide maruz bırakmadığı halde, Yunanistan'ın en hafifinden PKK'yı açıkça desteklemek gibi akıl dışılığa mıhlanıp kalması izahsız kalıyor. Evet, tarihi ve diplomatik bir ihmal neticesi olarak Adalar Denizi'nde Yunanistan'ın kazandığı haksız avantajların Türk devletini ve kamuoyunu en azından vicdanen rahatsız ettiğini söylemek mümkün; ama bildiğimiz kadarıyla Türkiye, Adalar Denizi'nde anlaşmalarla kurulmuş statükonun muhafazasından yana bir siyaset izliyor; bu politikanın Yunan hükümetlerini rahatlatması gerekirken, onların Adalar Denizi'ni denizden ve havadan Türkiye'ye kapatmak istemesi de anlaşılır gibi değil.

Manzara Türkiye'den böyle görünüyor; ama karşı tarafın Türkiye'ye nasıl baktığını ve niçin böyle hırçın ve yüksek tansiyonlu bir siyasette ısrar ettiğini bilmiyoruz; yüksek iletişim teknolojisi ile donanmış bir dünyada yaşıyor olmamız, komşumuzun akıl dışı siyasi davranışlarını izah etmeye yetmiyor. Atina'da görev yapan gazetecilerden şimdiye kadar bu sualleri tatmin edecek etraflı bir analiz okumadım; belki böyle kapsamlı analizler yayınlanmıştır ve onları okuyamadığım için şahsen kusurlu olabilirim; ama, bu, hakikati değiştirmez;

Türk kamuoyu, Yunanistan'ı tanımıyor; çünkü ortalıktaki yuvarlatılmış kanaat ve kabullerle Türk-Yunan gerginliğini anlamak imkansızdır!..

NOT: Dün vukubulan menfur saldırıda ağır yaralanan Çankırı Valisi Ayhan Çevik'in şifa bulması için duacıyız; aynı saldırıda hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara geçmiş olsun diliyorum.


Kaynak (Arşiv)