Yumuşak ge senaryosu
Olup bitenler hakkında son derece mâkul bir teorim var; ciddi bulmayabilir, beğenmeyebilirsiniz fakat biraz insafla düşündükten sonra, "keşke bu doğru olsaydı" diye temennide bulunacağınızı zannediyorum: Mâlum, Türk sineması son birkaç yılda atağa geçti; eli yüzü düzgün filmler yapılıyor; sinema salonlarında Amerikan filmlerinden daha iyi seyirci toplamaya başladılar.
Yakın zamanlarda dünya sinemalarında seyredilecek önemli eserler yapılacak Türkiye'de. Öte taraftan televizyonlarımız cümleten bir "dizi" cinneti geçirmekteler; çok dizi çekiliyor, çok emek veriliyor, demek ki bu muazzam sektörün ardında çok iyi metin yazarları var. İyice kanıksandığı için artık kaldırımlarda satılmaya başlanan fantastik roman dalında ise o kadar iyiyiz ki, yazarlık yaşı bugünlerde onaltıya kadar inmiş bulunuyor. Metin işlerindeki başarımızın bir ucu Nobel'e kadar uzandı. Hâsılı elde ciddi bir senaryocu rezervimiz mevcut. Teorim kısaca şöyle: Devletin tepesindekiler, son MGK toplantılarından birinde, kaliteli bir metin yazarları topluluğuna "yönetilebilir bunalım senaryoları" işi vermek üzere mutabakata varırlar. Ciddi derecede devlet sırrı sayılacağı için ihâle, gayri resmi tarzda tamamlanır, ücretler örtülü ödenekten karşılanır ve zeki çocuklardan oluşan bir yazar kadrosu kampa alınarak, tercihan turistik mıntıkalarda bulunan askerî tesislerden birinde çalışmaya başlarlar. Kendilerine sipariş edilen ilk konu şudur: "Otuz senedir elimize yüzümüze bulaştırdığımız şu Kıbrıs meselesinde, Rumları ve AB'yi faka bastıracak ama statükoyu değiştirmeyecek tarzda nasıl inisiyatif elde ederiz?" Metin yazarı çocuklar şöyle bir hikaye yazarlar: AB, ille de limanlar diye bastıracağına göre hükümet kanadı, sözlü bir teklif tekniği ile Finlandiya'nın kucağına bombayı bırakır. Haber birkaç gün sonra patlar. Türkiye'de anamuhalefet derhal, "ayıptır, satıyorsunuz bari bir haber verin" diye ilk sinyali çakar. Ardından Rum kesiminden beklenen mızıkçılık sesleri yükselir. Akabinde Genelkurmay başkanı, "yazılsın diye söylüyorum; bizim haberimiz yok. Bunlar kendi başlarına iş yapıyorlar" mealinde bir ayaküstü demeç verir. Gazeteler bu demecin üstüne atlarken bazı gazetecilere, "haber verilmez olur mu, hem de çifte müsteşar yolladık Genelkurmay'a" bilgisi sızdırılır. Kamuoyu şaşkına döner. Bu esnada iç ve dış basında "altın gol mü, muz orta mı?" tartışmaları yapılmaktadır. İşte tam o esnada Cumhurbaşkanlığı'ndan beklenen açıklama duyulur; "Bize de haber verilmedi!". Laikçi basın, "bu kadarı da olmaz yani" diyerek bu hükümetle seçime gidilemeyeceğini imâ ederken Başbakan "Çankaya'ya mı soracağız?" diye manşetlere çıkan bir beyanat patlatır. Bu esnada anamuhalefetin yeğeni mevkiindeki muhalefet partilerinden birisi, "Kıbrıs'ı sattınız, tatile çıkabilirsiniz" diye sert çıkar, herkesin ödü patlar. Genelkurmay ise, "müsteşarlar zaten veda ziyaretine geldilerdi" sözleriyle hükümeti tekzib eder. Artık her kafadan bir ses çıkmakta, Ankara'daki yabancı misyon şefleri, saat aralığı ile çoğalan demeç bombardımanı arasında hangisini ciddiye alıp hükümetlerine bilgi verecekleri konusunda saç-baş yolmaktadırlar. Senaryocu gençler şimdilik iyi iş çıkarmışlardır. Onlara verilen ihâle şartnamesi de zaten bu sonuca yönelik maddeler ihtiva etmektedir. "İçerde gerilim var gibi gösterelim fakat AB'nin ve özellikle Rumların aklı karışsın; neticede Kıbrıs meselesinde önceki ve -ebedî- statü devam etsin! E, öyle oluyor zaten! Tahminime göre askerî tesiste kampa alınan metin yazarı gençler şu anda, Türkiye'nin AB'ye girmemesi, ama ordudan bürokrasiye, hükümetten muhalefete kadar bütün kesimlerin AB'ye girmek için kendini helâk ediyormuş gibi görünmesi için A harfinden başladıkları taktik planlar listesinde yumuşak ge'ye kadar gelmiş bulunuyorlar. Benim teorim bu; beğenmeyenler haberleri yine yüzünden okumaya devam edebilirler!