Yorum sizin!

Sahi, o kadar ikiyüzlü, o kadar riyâkar ve aslında o kadar anormal miyiz; "mizah yapanların hadiseleri o kadar abartmaya hakları vardır, üstünde durmaya değmez" deyip geçilecek cinsten değil bahsettiğim karikatür; ülkenin en kıdemli karikatüristlerinden Oğuz Aral, meseleyi köşesinde şöyle yorumluyor:

İlk karede "TC gümrüğü" yazılı bir tabelanın önünde bizim gümrükçü (sakalı uzamış ve göbekli tasvir edilmiş), Türkiye'ye girmek istediği anlaşılan bir travesti kılıklıya diyor ki, "Burası erkekler memleketidir!.. Gay'ler giremez!" İkinci karede kadın kılığına bürünmüş dönme diyor ki, "But darling, I am not gay!" Bunun üzerine bizim gümrükçü şaşırıyor; "Gay değilsen nesin öyleyse?" diye soruyor. Üçüncü karede dönme müftehir bir yüz ifadesiyle "I am ibne!" cevabını yapıştırınca bizim gümrükçü, derhal adamın önüne bir kırmızı halı yolluk döşeyerek reverans yaparcasına eğiliyor, "Şunu baştan söölesene.. buyur abicim!.."

Homoseksüel veya gay gibi cinsî tercih belirten isimlerden huylanıp da hâşâ huzurdan "İ...." gibi daha "anlaşılır" bir sıfat karşısında şu bizim muhayyel gümrükçünün hoşâmedî eylemesinde bir hakikat payı var; çünkü hâdise üç aşağı"beş yukarı karikatürde tasvir edildiği gibi gelişti (Oğuz Aral'ı ve ustalığını tebrik etmeyi de unutmayalım). Kuşadası gümrüğünden tersyüz edilen bir gemi dolusu homoseksüel, İstanbul gümrüğünde yollarına serilen kırmızı halı yolluklarla ve lokum ikramıyla karşılandılar. Bizim matbuat meseleyi bir "insanlık ayıbı" nokta"i nazarından değerlendirmeyi tercih etti. Onların zımnî ifadesine göre homoseksüelleri aşağılamak, tahkir etmek ve sanki bir cüzamlılar, vebalılar kafilesiymiş gibi geri çevirmek bir insanlık kusuru ve çağdaş değerlerden yoksunluk gösterisiydi. Eğri oturup doğru konuşmak gerekir; koca bir gemiyi dolduracak derecede organize ve bir grup şuuru halinde davranan bir homoseksüel topluluğunu, Türkiye'ye kabul edip etmemek ânında duraklamak son derece tabii bir reflekstir. Evvelâ meselenin toplum sağlığını yakından ilgilendiren bir ciheti var; bilmiyorum hâlâ câri midir; fakat bir zamanlar Avrupa ve Amerika'ya seyahat etmek isteyen Türklerden ve doğululardan "aşı belgesi" istendiğini gayet iyi hatırlıyorum. Bir seyyahtan aşı belgesi istemek, o kişinin ülke hıfzıssıhhası bakımından risk taşıdığını kabul etmek demektir. İlk anda aşağılayıcı bir kriter gibi görünse de toplum sağlığı açısından yerinde bir tedbirdir. Bizim gümrükçülerin, söz konusu topluluktan, öldürücü derecede vahim ve yayılma istidadı gösteren bazı cinsî hastalık virüsü taşıyıp taşımadıkları yolunda bir istifsarda bulunup bulunmadıklarını bilmiyorum; ama böyle bir sualde ve belge ibrazında bulunmak en tabii hakkımızdı.

Bir grup ecnebînin cinsî tercih ve kimliklerinden ötürü aşağılanmasını tasvip etmeyiz; ama aynı tercih ve kimliğin dünyanın en tabii hâliymiş gibi baş üstünde gezdirilmesini de reddederiz. Bu durumu bir "ârıza", bir hastalık gibi değerlendirmek zorundayız; alınacak tedbirler de elbette bu muvacehede, yani "hastalık" çerçevesinde düşünülmelidir. Bu gibi atipik vakaların toplumda özendirilmesi, propaganda edilmesi, çok iyi bir nitelikmiş gibi şüyû bulması ve vitrine çıkarılması kesinlikle yanlıştır. Hastalık tedavi edilir; hastaların da hukuku vardır; hastalara belki diğer insanlardan daha fazla ihtimam gösterilmelidir; ama hastalık hali, tabii bir şeymiş gibi reklâm edilemez.

Tekrar baştaki suale dönelim; gerçekten o kadar ikiyüzlü müyüz? Bu hükmü genelleştirmek ve doğrulamak için, bütün Türkiye'yi İstanbul'un birkaç semtinden ibaret zannetmek gerekiyor galiba. Ekrandan seyredilen Türkiye, dönmeliğin ve cinsî sapmaların ("sapıklık" değil) itibar gördüğü ve özendirildiği bir memleket gibi anlaşılabilir; ama bu memleketin muvazenesini ekran maydanozları değil, sessiz Türkiye temin ediyor. Anadolu'da bir "Etiler"Tarabya" polaritesi yok; neyse ki yok!

Gelelim kırmızı halı ve lokum şatafatına; turisti iyi ağırlayalım amennâ; ne var ki bizim seyyahlar bir ABD, bir İtalya vizesi alabilmek için ne kadar aşağılayıcı muameleye revâ görülüyor, bilenimiz var mı? Üçüncü dünyanın gümrük kapılarında bile Türk, gümrükçüleri ânında teyakkuza geçirecek kadar itibarsız bir pasaportun sahibidir. Bize vize uygulayan ve bizim vize uygulamadığımız ülkeleri terazinin kefelerine koyalım; manzara canımızı acıtır. Komplekse girmeye gerek yok; vakar sahibi devletler mütekabiliyet esası gözetirler. Kırmızı halı ve lokumla karşıladığımız turistlerin mensup olduğu ülkenin gümrüğünde sıradan bir Türk'ün (yani "green card" veya süresiz ikamet imtiyazı bahtiyarlığına nail olamamış, çifte pasaport taşımayan, sırf vatandaşlık hakkı kazansın diye çocuğunu Amerikalarda doğurtmak zekâvetini akledememiş bir Türk) karşılaştığı alelâde muamelenin arasında iç çamaşırlarına kadar arandıktan sonra narkotik köpeklerine koklatılmak bile var. Mütekabiliyetten ne kast ettiğimiz âşikâr; biraz vakar!

Devreye ânında devlet büyüklerinin girmesi ve iki gümrük kapısında iki farklı standart uygulaması, içinde yaşadığımız şaşkınlığın ve dirâyetsizliğin göstergesidir sadece, netice itibariyle ecnebî travestileri, dertlerini anlatabilecek, kimliklerini savunabilecek bir mercî bulabildiler; mukayese yapmıyorum, bundan sonrasını da siz yorumlayınız!


Kaynak (Arşiv)