Yoo, o kadar da uzun boylu değil!
Eskiden elektrikli bir âlet alındığında ya bir hamal küfesine konulur, ya da at arabası ile eve getirilirdi. İri yarı ve insanda saygı uyandıran cihazlardı yani; sebebi 220 voltluk şebeke cereyanını daha küçük voltajlara indirmek için ihtiyaç duyulan devrelerin ancak bir lâmba aracılığı ile ehlileştirilebilmesi idi.
Misâli, bugün antikacılarda gördüğünüz çeyiz sandığı cesâmetindeki radyolar, pikaplardır. Radyo ve pikaba bir arada sahib olabilen hâli vakti yerinde aileler bir de "büfe" edinirlerdi meselâ; yan taraflarında camlı dolapları üst katında enlemesine bir başka sürgülü camekân kısmı vardı ki hanımlar, bu üç camlı vitrinde dosta düşmana göstermeye lâyık bütün cicilerini sergilemekten haz duyarlardı. Meselâ tığ işi danteller, Suriyeli kaçakçılardan satın alınmış su ve kahve takımları, sürahiler vb... Pikaba gelince, o, büfenin ortalarında tamamen kapaklı bir dolap derununda muhafaza olunuyordu; üstte ise radyo. İki cihazı birbirine bağlamak için çarşıdan elektrikçi getirmek gerektiğini de unutmayalım.
Bunlar saygıdeğer ev eşyalarıydı ve kesinlikle ev sahibinin yüksek bir statüye sahip olduğuna işaret ederlerdi; insanlarda saygı uyandırmaları biraz "kerli ferli" olmalarından ileri geliyordu; yani içlerindeki lâmbalardan. Vaktâ ki lâmbalı cihazların yerini transistörlü âletler almaya başlayınca o mehîb cihazlar da dedemin tâbiriyle "horozoğlu işi"ne döndü. Düşünün meselâ; pişmaniye kutusu büyüklüğünde bir radyoyu, katır kadar iri bir büfenin üzerine koyduğunuzda kaybolup gidecektir. Transistör bir yanda elektrikli aletleri ufaltıp ucuzlatmak suretiyle demokratik bir açılım getirirken diğer cihetten teknolojinin "ayağa düşmesine" de sebep oldu. Demokrasinin cilveleri işte! Büfenin üstünde hâlâ dikiş makinesi büyüklüğünde bir radyo bulunduranlara ise en hafifinden "geri kafalı, demode" veya radyoyu tazeleyecek kadar parası olmayan biri nazarıyla bakılır oldu.
Köroğlu'nun vaktiyle "Tüfenk icad oldu mertlik bozuldu" sözünü duymuşluğum vardı ama farkında değildim. Teknolojinin ne kadar kalleş bir şey olduğuna işte o zamanlarda karar vermiş olmalıydım. Lâmbalı cihazları az buçuk anlayabiliyorduk çünkü Marconi'den beri aynı esas üzre çalışıyorlardı. Transistörler, nice mihnet ve meşakkatle para biriktirerek şöyle iri-kıyım bir radyo alabilenlere tez zamanda enayiliklerini hatırlattığı için kalleş ve sevimsizdi. Bugünlerde iki ayda bir cep telefonu değiştirenlerin yüzündeki mutluluk ifadesini hayretle seyrederken, yeni kuşakların kalleşliğe uğradıklarını anlamayacak kertede teknoloji bağımlısı olduğunu düşünüyorum.
Hani çok bilinen bir efsâne vardır; "Amerikalılar suyla çalışan bir motor yapmışlar da, elimizdeki petrol bitene kadar piyasaya sürmeyelim diye gizliyorlarmış" derler ya, ben de lâmbadan transistöre, entegreden çipe durmadan terakki eden teknolojinin aslında bizi daha iyi söğüşlemek için kurulmuş bir tezgâh olduğuna eminim. Kim bilir adamların gizli kasalarında bizim gibi teknoloji düşkünlerinin parasını söğüşlemek için yedekte tutulan daha kaç tane yeni icat vardır!
Ne gibi meselâ diye sormayınız; meselâ bir düğmesine basıldığında şişerek motosiklet haline gelebilen bir cep telefonunuz olsun istemez miydiniz, ne bileyim, emektar Hacı Muratların (124) birkaç küçük değişiklikle uzay yolculuğu yapabilecek bir füze versiyonunun Fiat fabrikasının gizli kasalarında yıllardır saklandığını bilseniz (işte şimdi söylüyorum nitekim) kendinizi kandırılmış hissetmez miydiniz? İşte bu ve bu gibi sebeplerden ötürü ben bir teknoloji muhalifi, daha doğrusu özürlüsü oldum. Muhalefetim yeni teknolojilere duyduğum ürküntüden kaynaklanıyor. Yeni nesil cep telefonlarının esrarengiz menüleri beni dehşete düşürüyor meselâ. "Elimiz mahkûm" kabilinden bağımlısı olduğumuz bilgisayarların yıl içinde üç kere model değiştirip her defasında gül gibi programları (nerdesin Macwrite, nerdesin caanım RagTime ve dahi Tetris meselâ) hurdaya çıkarırcasına hükümsüz bırakmasına çok bozuluyorum. Evdeki müzik setinden bir türlü randıman alamayışımı saymadım daha; televizyonun kanal ayarlarını yapmak iktizâ ettiğinde her defasında sekiz-on yaşında bir çocuktan yardım dilenmek ağırıma gidiyor. Eski kabadayıların şarjörlü tabancalar ilk çıktığında sağını solunu kurcalayıp bir şey anlamayarak neticede "top dönmeli, göz görmeli" diyerek emektar toplu tabancalarıyla tecdid-i nikâh eylemeleri gibi ben de teknolojide aklımın erebildiği boyutlardan ötesindeki icatları güvenilmez buluyorum.
Gericilikse gericilik kardeşim, demodelikse, demodelik! Buharlı trenlerin, arabalı vapurların, pompalı dolmakalemlerin, gazocaklarının, karpit lâmbalarının, Macintosh plus bilgisayarların, manyetolu telefonların, Hacı Muratların, VHS video sistemlerinin, kruvaze ceketlerin, bol dökümlü pantolonların, Sümerbank kunduraların, limon kolonyasının, Antep sabununun, yüklüklerin, sedirlerin, yer sinilerinin, kurmalı saatlerin, lâmbalı radyoların, Dual pikapların, yaka balinalarının, horozlu cep aynalarının, kılıflı saç taraklarının suyu mu çıkmıştı yani?..
Demirellerin, Ecevitlerin?..(*)
(*) Bkz; bu yazının başlığı