Yoksa demokratikleşme alametleri mi bunlar?
Olup biteni mantık çerçevesinde anlamak mümkün değil; olmaması gereken, vukûbulma ihtimâli bile akla gelmeyen, lâfla değil hakikaten "inanılmaz" şeyler üst üste oldu ve YÖK kendini birdenbire bağımsız yargı ile yakapaça bir durumda buldu.
Sağduyusunu hâlâ muhafaza edebilen kurul mensupları, işlerin bu noktaya nasıl gelebildiğine şaşıyor olsalar gerektir, yoksa kolay kolay "Rektörün tutuklanması komplodur, onu savunmak Cumhuriyet'i savunmaktır" sözü sarfedilmezdi. Bu beyanlar yüksek risk ihtiva ediyor. İhtimâldir, bir süre sonra yargı süreci tamamlanıp mahkeme kararlarının isabetli olduğu kanaati belirirse aynı sözlerin arkasında durmak hayli sıkıntı verici olabilir.
Meselenin Cumhuriyet'i korumakla, bilime saygıyla veya yargı bağımsızlığı ile doğrudan ilgisi bulunmadığını biraz seziş sahibi olan herkes kolaylıkla fark edebiliyor; yukarlarda bir yerde patırtılı bir güç mücadelesi yapılıyor. Bu mücadelede YÖK tarafı, çatışmayı en elverişsiz zaman ve zeminde kabullenmek mecburiyetinde kalmanın asabiliği içinde. O yüzden, bugüne kadar Türkiye'de çok prim ve hâsılat yapmış klasik "vatan tehlikede!" sloganları uçuşuyor havada; "Vatan tehlikede, vatanseverler işbaşına!" Vatansever denilince, ulusalcı, kızılelmacı dernek ve internet siteleri etrafında toplanan, memleket meselelerine bugünlerde fazlaca hassasiyet gösteren, mühimce bir kısmı memur ve emeklilerden müteşekkil sade vatandaşları anlamamak gerekiyor; şüphesiz onlar da vatanseverdir ama bazı vatanseverler, diğerlerine göre çok daha "nitelikli" vatanseverdir. "E, bu nitelik de, neyin nesidir" diye sormayacağız elbette; işler sarpa sardığında "göreve çağrılan" nitelikteki bürokratları anlamak gerekiyor. Birkaç sene evvel ahir zaman ulemâsı Ankara'nın Tandoğan Meydanı'nda büyük bir yürüyüş yapmıştı da "Ordu göreve" diye pankartlar açılmıştı hani, hatırladınız mı?
O bilgi bir kenarda dursun; şimdi başka bir bilgiyi hatırlayalım; bundan bir süre önce emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil hakkında Genelkurmay askerî mahkemesi tarafından dava açıldı ve yakın tarihimizde ilk defa bir emekli kuvvet komutanı sanık iskemlesine oturtuldu; duruşmalar devam ediyor. Dikkat edildiyse cihet-i askeriye'den kimse, YÖK'ün Van rektörü hakkında yaptığı türden bir "mesleki destek" gösterisine kalkışmadı. Tam aksine Genelkurmay, kamuoyundan büyük takdir toplayan bir tarafsızlık ve soğukkanlılıkla şüpheleri yargıya aksettirerek kendine yaraşanı yaptı. Genelkurmay'ın "askerî yargı" avantajı var; aynı dava sivil mahkemelere aksetmiş olsaydı yankıları nasıl olurdu bilinmez.
Bu akla sığmaz işler arasında makul ve teknik itibariyle ciddiye alınabilecek bir nokta var, dikkatten kaçmamalı. YÖK ezcümle diyor ki, "savcılık yetkisini aşmıştır, soruşturma hazırlık evrakını bize göndermeliydi; biz gerekeni yapardık!" Memurlar ve diğer kamu görevlilerin yargılanması hakkındaki kanunun 2. maddesinin son fıkrası aynen şöyle: "Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali genel hükümlere tabidir". Belli ki soruşturmayı yürüten Başsavcılık, rektöre atfedilen cürmün "ağır cezayı gerektiren bir suçüstü hali" olduğu kanaatindedir; YÖK ise Rektör'ün, memurlara kanunla tanınan koruma kalkanının en muhkem haliyle rektörler için de yorumlanması gerektiği fikrinde. Aslında bu teferruat bilgisi ile pek kimse ilgilenmiyor; basın daha ziyade meseleyi YÖK ile hükümet arasında bir gövde gösterisi gibi algılıyor ve yorumluyor. Bu arada Van'daki yargı kuruluşları nezdinde yargı kavramının ne kadar hırpalandığı hususu gözlerden kaçıyor.
Evet hayli çatırtı sesi geliyor yukarılardan; hasar tesbiti yapmak için biraz daha beklemek lazım.