'Yogurdum kara!'
Dogru dusunmek herkes icin gecerli ve makbul bir gâye; ictihâdi ne olursa olsun her insan, ayni derecede benimseyip savundugu, istinâd ettigi kavramlardan guc aliyor; dogruluk, caliskanlik, sadâkat, iffet, emânet ehli olmak vb. "Bu dusunce yanlis bile olsa ben bu dusunceyi savunuyor ve benimsiyorum" cumlesini omrunuz boyunca kac kere duyabilirsiniz; hemen hic! Genel gecerlige sahip hukuk kaidelerinden biri, "karsi tarafi da dinle" diyor; karsi tarafi dinlemek sart; ama hakikate ulasmanin en dogru yolu degil. Karsi tarafi da dinlemek, bize en azindan bir vâkianin bir baska acidan pekâlâ farkli algilanabilecegi ve yorumlanabilecegini hatirlatiyor. Karsi taraf hicbir zaman, "evet ben haksizim ve beni suclayanlar dogru soyluyor" demiyor; karsi taraf mudafaasinda temel insanlik degerlerine, yâni nâmus, sadâkat, caliskanlik, iyilikseverlik gibi degerlere karsi oldugunu dile getirmiyor, tam aksine kendinin de ayni degerlere sahip oldugunu ileri surerek ortadaki algi ve ictihat farklarinin varligini hissettirmeye calisiyor.
Dogru dusunmek herkes tarafindan kabul goren bir davranis kalibi olmasina ragmen uzerinde ihtilâf edilmeyen mesele yok gibi. Hattâ dogru dusunme endisesinin insanlar arasinda baslica ihtilâf sebebi oldugunu soylemek bile mumkun.
Oyleyse "dogru dusunce"nin miyâri (kriter) ne?Dogru dusunme ve dogru davranista bulunmanin herkes tarafindan tartisilmadan kabul edilen musterek bir miyâri yok; din, hukuk, nezâket, orf; hepsi de zamana ve topluma gore farklilik gosteren muhtelif kriterler. Bize gore dogru goruneni baskalarina zorla kabul ettirmek de mânâsiz. Bu belirsizlik icinde belki herkes tarafindan dogrulugu ittifakla kabul edilecek en dogru davranis, bikip usanmaksizin her defasinda insanin nefsini sigâya cekmesi gâliba: "Yaptigim sey, aldigim karar dogru mu, dogru davrandim mi, hatâ yapmis olabilir miyim?" endisesinden âzâde bir gonul rahatligina bir zihin konformizmine teslim olmak yanlis olmali. Dogru olan dogruyu aramak, dogruya erisildiginde yeniden sinamak ve herhangi bir anda yanlisliga kâil olunca bu hatâyi kabullenebilmek.
Polemik kelimesinin gunumuzde yuklendigi mânâ, dogruya erismek icin hasbî ve samimî bir cehd olmaktan coktan cikti; polemik, "ben yanilmis olamam, sen yanlis biliyorsun, dersini vereyim de gor" icgudusunun sig sularinda nefsi sekerlemeye yatirmasi gibi iptidâi bir mânâ yukune mahkûm oldu. Polemik, taassuba kibar bir elbise giydirdi. Inat, ilmî mahfillerde bile itibar goren bir dâvetli. Cehâletin oyle dereceleri var ki ancak ihtisasla kesbetmek mumkun olabiliyor.
Hakikate nisbetimizle insaniz. Hakikate nisbetle "ne idugumuzu" dusunmeliyiz ara sira; "Hakikat nerede, ben neredeyim?" diyebilmeli. Pekâlâ, ters bir sual: "Ogrenilmis ve tabiati hakkinda dusunulmeden kalip halinde benimsenmis hakikatin kiymeti ne?" Herkes dogrunun ne idugu veya hakikatin tabiati hakkinda muhasebe veya tefekkurde bulunmak kuvvetine sahip mi? El yakan sorular bunlar; ama sualin kenarindan dolasmak da mumkun olabilir; hakikate vâsil olmaya niyet etmek de dogru bir eylemdir. Aldigi her kararin, verdigi her hukmun metânetinden suphe duymak bir yana, kaya gibi emin olanlarin hâli nic'olsa gerek?
Kose yazari bulan degil, arayan adam olmali; hukum vermekten cok dusunen ve dusuncesinin ayak izlerini tahrif etmeden âsikâr eden adam; bu târife ne kadar riâyet ettigim hususunda tedirginim. Yazi mâcerasinda suurla veya bilmeyerek vâsil olunan dogrulardan ziyâde, itiraf edilen ve duzeltilen hatâlarin cetelesi daha kiymetdar olsa gerek. "Yogurdum kara" demek kolay mi?
Hep "dogru"dan bahsedip durdum; dogrunun da istikameti ve bir nisbeti olmali: Neye gore dogru, dogru olani "nicin" ariyoruz? Insan, -tercih ve ictihâdina gore- bu suallerin arasinda bir yerde duruyor.