Yıldızlar da kayar!

Çankaya Köşkü’ndeki yıldızlı güneşli Cumhurbaşkanlığı forslarının sökülmesini gösteren fotoğraflardaki o ayrıntı elbette sizlerin de dikkatini çekmiştir: Uyanık bir muhabirin oradan geçerken çekiverdiği şipşak karelere benzemiyor bunlar; ‘Gösteri’ye fotoğrafçılar ‘ikrâmen’ davet edilmiş, özene-bezene çalışmalarına, hatta yatıp uzanarak çalışmalarına imkân verilmiş.

Özellikle dramatik olmasına emek sarf edilen ufak mizansenler tertiplenmiş; çimenlere dizilen 16 pirinç yıldız, hemen arkasında 16 köşeli tarihi ve geleneksel güneş sembolü. Duvarda çürük diş gibi boş kalan dübel delikleri... Fonda hüzünlü bir müzik eksik sadece!

Belli ki Çankaya Köşkü’nün duvarlarından fors alâmetlerinin sökülmesine temsili bir anlam yükleniyor: Çankaya’nın sonu, Beştepe devrinin başlaması veya “eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl” filan gibi... En çok da soyadı Gül olan birine nisbet verilircesine dramatize edilen bir oh olsun gösterisi...

Çok mânidar hareketler bunlar, ayrıca akıllıca. Geceyarılarına kadar misafir ağırlayarak ‘çalışan’, yârân takımından gazetecileri anladık da Türkiye’nin kalburüstü sanatçılarına ‘yatsılık kokteyli’ vererek kültür ve medeniyyet ufkuna derin hacimler açan büyük reis, böyle kıytırık ayrıntılara kafa yormayacağına göre bu zekâvet gerektiren işin, PR işlerine bakan saray danışmanı eseri olduğunu şıp diye anladım! Yeni sarayda hayatın binbir rengi, canlılık ve enerji, cıvıl cıvıl bir coşku parıldıyorken eski köşkte mağmûm, hatta ibret verici bir atmosfer hüküm sürüyor. Sanki Hazreti Fatih, Bizans Kayser’inin sarayında bomboş salonları gezerken ibretle Firdevsî’nin mısrâlarını mırıldanmaktadır:

“Kayzerin sarayında örümcek perdedarlık ediyor/ Efrasiyâb’ın kulelerinde baykuşlar nevbet vuruyor!”

Uyar mı, uyar! Bir de arslan gibi çocukların maaşını kırpmaya çalışıyor bazı paralel odaklar!

Tabiatiyle hüzünlendim tabii; aklıma hemen Necmeddin Halil Onan’ın “Dur Yolcu” şiirindeki unutulmaz mısrâlar geldi: “Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın/ Bu toprak bir devrin battığı yerdir/ Eğil de kulak ver bu sessiz yığın/ Bir vatan kalbinin attığı yerdir” diye başlar.

-Ne üzülüyorsun be adam; sökülen armanın daha fiyakalısı çoktan Beştepe’yi donattı bile, diyeceksiniz. Armadan armaya fark var ama... Çivilerinden çimenler üstüne saplanarak ankastre* ve muteber foto muhabirlerine hatıra fotoğrafları aldırılan bu bu alâmetler, hepimizin de bildiği gibi parlamenter sistemin tabutuna çakılan çivileri temsil ediyor bana göre; bir devrin battığı, ötekinin yükselmeye başladığı an!

Gel de şimdi Ferdi Baba’nın o yanık şarkısını üstüste dinleme bakayım; ne diyordu hatırlayalım: “Yıldızlar da kayar durmaz yerinde/ Solar güzelliğin kalmaz yüzünde...”

Off ülen oooff; benim gibi parlamenter sistem hastası birine bunu yapmayacaktın büyük usta; yüreğimi söküp kavurdun desem yeridir. Zavallı Çankaya Köşkü daha şimdiden suyu çekilmiş bir yeldeğirmeni veya cami kapısına bırakılmış bir istenmeyen çocuk gibi mahzun ve metrûk!

Bu esnada havuz medyasına ankastre edilmiş yazarların, ‘Başkanlığın faziyletleri’ başlıklı şeysilerini okurken edebiyat bilgimiz yeniden şuurüstüne çıkarak ter ter tepiniyor: “Şöyle muhkem tutayın bir dahi dildâr eteğin/ Ya elim kat’ ideler ya keseler yâr eteğin” diye kıs kıs gülüyor Necati Beğ, tâ bilmem kaç asır evvelinden...

*Ankastre tâbirini ilk defa, iliştirilmiş, döşenmiş gazeteci mânâsında kullanarak matbuat literatürümüze armağan ediyorum. Sahi, günün birinde ne yapacak bu adamlar; yazık!


Kaynak (Arşiv)