Yıldızın "titrediği" an
Stefan Zweig'in meşhur eseri "Yıldızın Parladığı Anlar", hayatın tabii ahenginin sıradanlıktan kurtulup dramatik bir bükülüşle büyük başarılara doğru kanatlandığı "an"ı örneklerle anlatır. Tabii tersi de mümkün; aradan geçen onca zamana rağmen o "an"ı unutamıyorum; unutmak mümkün değil; çünkü içinden geçtiğimiz berzahı o an kadar doğru temsil eden başka bir hadise bulabilmek zor.
Geniş, iyi tefriş edilmiş bir salon; bütün koltuklar "izdiham" denilebilecek bir insan kesafetiyle lebaleb dolu. Salonun koridorlarındaki boş yerlere sandalye taşıyan görevliler...
Işıklar sönüyor; sahnedeki dev panoda toplantının sebebini izah eden slayt görüntüleri ışıldıyor.
Seyircilerin hepsi de aynı meslekten; ömürlerini "hukuk" ilmine ve mesleğine hasretmiş, sair zamanda bir kahve ikramını kabul ederken ince eleyip sık dokuyan, kendilerine işleriyle ilgili "kanaat" belirtilmesinden rahatsızlık duyan kişiler; konuşmacıyı dakikalarca dikkatle dinliyor ve panoya akseden bilgileri izliyorlar.
Toplantı sona eriyor. Bütün salon ayağa kalkıyor ve konuşmacıyı, daha doğrusu konuşmacının şahsında temsil ettiği kurumun jestini alkışlıyorlar. Tam sekiz dakika. Belki de böyle bir tezahüratı beklemeyen konuşmacı da dinleyicilerini alkışlıyor.
Bu bir an ama nasıl bir an!
İkinci "an" ilkine çok benziyor; aynı salon, belki hatip de aynı kişi, aynı şeylerden bahsediyor; ama dinleyiciler bu defa ilkinden farklı bir kitlenin temsilcileri. Klasik tabirle "sınıf-ı ulema." Ülkenin bütün üniversitelerinin en yüksek kademeli yöneticileri; içlerinde gençliğinde "özerk üniversite" davasında yıllarca gösterilere katılmış, ilim haysiyeti namına, ilmi istiklal namına mücadele vermiş kişiler var: Bu brifingi "alması" değil "vermesi" gereken kişiler...
Manzara aynı: "Brifing" sona erdiğinde dakikalarca alkış. Karşılıklı tebrik ve tebcil gösterileri; ağlamaklı derecesinde bir heyecanı aksettiren demeçler "artık geceleri rahat uyuyabiliriz, emin ellerdeyiz" mealinde hoşnutluk beyanatları.
Yıldızın titrediği bir an!
Yine bir başka görüntü; kat be kat sırmayla süslü dik yakalı cübbesi içinde devlet ricaline hitaben "adliye"nin hal-i pür melalini acı kelimelerle tasvir eden bir yüksek hakim. Satır aralarında "vicdan-cüzdan" çelişkisinden yakınan talihsiz cümleler; yargının, yargıdışı etkilerden müteessir olduğundan yakınan ateşten ifadeler. Toplantının alkışlı finalinden sonra rical-i devletten, "istifade ettik, çok öğretici oldu" yollu pişkinlik beyanları.
Bu da öyle bir an!
Tesadüf; yine mesleki kıyafet olarak yakası yaldızlı cübbesine bürünmüş bir başka insan var kürsüde; bir ilim adamı. Dudaklarında, "Bir metrelik bez parçasının sembol haline getirilmesinden utanıyorum." sözleri...
Yıldızın pörsüdüğü an!
Ve sadece bu temsil edici örneklerden ibaret değil; gün geçmiyor ki bahtımızın yıldızı, hepimizin yüreğini ağzına getiren bir fersizlikle titreyerek pörsümesin. Borsa çöküyormuş, iktisadi tablolar büyük bir krizi işaret ediyormuş, çeteler devleti kemiriyormuş, yolsuzluklar ayyuka çıkmış; ne gam? Yine sıfırdan başlayabiliriz: Kan yutup "kızılcık şerbeti içtik" diyebiliriz, daha ağır bir enflasyonun yükünü sırtlanabiliriz, çetelerin hakkından gelmesi için devletimize yeniden güvenebiliriz, devleti soyarak zenginleşenlerin kursağı ne kadar geniş de olsa yine yıllarca "miri"den sebeplenmelerine katlanabiliriz. Bu sıkıntılara ve fecaate katlanabilmenin tek şartı var; "adliye" ve "ilmiye"mize güvenmek.
Bir ülkede ne kadar zarara yol açsa da her mihnete katlanmak mümkün; ama adli ve ilmi cihaz, bizzat kendi mensuplarının lisanıyla bu derece zaaf içinde görünürse kantarın topuzu kırılır. Üniversite ve adliye bir memlekette bizzat "hakikat"in tecelli merciidir diyebiliriz. Hakikat ve adalet hissi zayıflatılırsa onun üstünde bina durmaz. Dünya edebiyatının bütün "siyasetname"leri ayni nükteyi tekrarlıyor.
Bahtımızın yıldızı -hafazan Allah- söndüğünde hiçbir kurum tek başına kendi idare lambasını yakarak etrafını aydınlatamaz. Hepimiz aynı gemideyiz; ne "green card"ımız var, ne de hicret edebileceğimiz herhangi bir coğrafya. Dünya üzerinde milletce ikbalimizin de idbarımızın da mesnedi ve mevkii bu memleket.
Herkes temsil ettiği müessesenin itibarını korumak, en azından yaşına yaraşır bir kemal ve tecrübe eseriyle konuşmak zorunda.
Ve gırtlak dokuz boğum!