Yedi kocalı hürmüz
Şuna savaş yerine artık işgal demek daha doğru olacak; savaş, en azından denk gibi görünen güçler arasında yapılır. Amerika savaşa değil sanki Ortadoğu'yu işgale hazırlanıyor gibidir. Basındaki gaz maskesi ile ilgili haberler de doğrusu çok hoş, tam bir "ikitelli geyiği".
Saddam'ın uzun menzilli füzeleri Ankara'yı bile vurabilirmiş, yok daha neler! Strateji uzmanı olmaya gerek yok; bu savaşta Irak'ın bize verebileceği zarar, herhangi bir müşterek tatbikatta Amerikan güçlerinin, yanlışlıkla bizim birliklere verebileceği zarardan yüksek olamaz (bkz; Muavenet zırhlısı hâdisesi!)
Öyleyse şuna "Amerika savaşmaya kararlı" demeyelim; "ABD, bundan böyle bölgeye doğrudan müdahil ve kalıcı olmaya kararlı" demek daha doğru. Bilmem kaç yıl süreyle 80 bin Amerikan askerinin Türkiye'de ne işi varı? Bu derece etkili bir savaş gücü, öteden beri yüksek râkımlı tepelerde müessir politik güçle birleştiğinde ne olur, bunun hesabı yapılmalıdır. Öyle görünüyor ki Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" stratejisinden bu defa iyiden iyiye sıdkımızı sıyırmış vaziyetteyiz. Bu arada Kemalist güçler, "Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir" sözünün 2003 Türkiye'sindeki yerini şimdiden tezekkür etmeye başlasalar iyi olacaktır.
Gazeteci Ufuk Güldemir, "Türkiye bu savaşa askerlerin, irtica nedeniyle her gün itip kaktıkları bir hükümetle gidiyor. Bu hükümet, asker karşısında eziktir." diye yazmış gazetesinde. Son MGK kararında irticai faaliyetlerin takibi konusundaki hassasiyetin bir kere daha dile getirilmesinde önemli bir anlam olmalı. 30 bin irticacı memurdan bahsediliyor; eğer doğru ise bu memurların, önceki hükümet döneminde niçin faaliyetlerine müsaade edildiği muammadır. Hükümet daha şimdiden "Yedi Kocalı Hürmüz"e döndü. Başta Tayyip Erdoğan, bir hukuk garâbeti eseriyle kabine dışında kalmış fiili başbakan gibi davranmak konusunda gereğinden fazla gayret göstererek hükümete zarar veriyor. Tiyatro tabiriyle mütemadiyen hükümetin repliklerini çalarak kendini gündemde tutuyor. Sanki kendisinden habersiz ve kendisine nisbet olsun diye yapılmış gibi memur zammını az buluyor; dış temaslarında hükümeti güç durumda bırakacak spontane tepkiler veriyor. Siyasi hukuk ve geleneğimizde başbakanla iktidar partisi genel başkanının rollerini paylaştıran bir düzenleme yok. İlginç bir durum ve ilginç bir portre!
Diğer Hürmüzler'i saymaya gerek var mı: Bürokrasi hazretleri, Amerikan baskısı, kılıç sırtında duran ekonomik dengeler, terbiyesini nerede ve ne zaman bozacağına henüz karar verememiş bir muhalefet, iktidar nimetlerinden istifade etmek için sırada bekleyen partililer ve iş çevreleri ve basın. Etti yedi; Hürmüz'ün tam yedi tane kocası var; Allah yardımcısı olsun!
Türkiye'nin en büyük problemlerinden birisi basın; kronik işsizlik, kalitesiz eğitim, hızlı şehirleşme vesaire gibi Türkiye'nin bir de basın meselesi var. İsterseniz bir "analiz" de biz yapalım: Mehmet Akif Ersoy'un ölüm yıldönümünde yapılması gelenek haline gelen tören için bu sene iki resmi kuruluş program bastırmış; Kültür Bakanlığı'nın programında tören yeri "Müze evi" olarak gösterilirken, TBMM Başkanlığı, "Tacettin Dergâhı" ismini tercih etmiş. Hemen belirtelim ki her iki mekân ismi de yıllardır kullanılır, hatta şimdiye kadar hep "Tacettin Dergâhı" adresinin basına aksettiğini hatırlıyorum. Lâkin fırsat kaçırılır mı? Gazetenin biri "Arınç'ın aklı dergâhta kaldı" diye başlık atmış. Hesaba göre müze yerine dergâh isminin tercih edilmesi, sinsi bir irticâ alâmeti. Vay canına! Bu haberi yazan kafa, bir de İstiklâl Marşı'nı "analiz" etse, kim bilir kaç yerinde "irticâa meyl"i mahsus" kabilinden cürüm işaretleri bulurdu.
Bu kadarını çıtlattık ya, yakında akl"ı evvelin biri "vecettü" (buldum!) narasıyla ortalığa dökülürse hiç şaşırmayınız: "İstiklâl Marşı, laik cumhuriyetin temel ilkeleriyle çelişen gerici fikirlerle dolu; iptâl edilsin!"
İşte böyle şeyler! TBMM Başkanı eşini havaalanına götürür; haber! Başbakan hanımını resmi yemek davetine götürmez; haber! Ne yapsan haber, hangi inceliğe riayet etsen skandal. Basının başlı başına bir problem teşkil etmesinden kasdım bu işte.
Tek başına hükümet olunabiliyor; son seçim sonuçları buna müsaade etti ama Türkiye'de tek başına iktidar olmak hâlâ mümkün görünmüyor. Üç aşağı"beş yukarı belli fakat yine de bekleyeyim; bakalım âyine"i devrân ne sûret gösterecek?