Yazanın eli yeşersin!
Linç, yargıya dayanmayan bir infazın gönüllü cellâdı olmaktır. Linç cinâyetine katılan birisi, aradan zaman geçtikten sonra yaptığı işle onur duymaz.
Kitle ruhu dediğimiz şeyle doğrudan ilgilidir; o esnada kitlenin irâdesine tâbi olmak şahsî sorumluluk duygusunu ortadan kaldırır, yapılanı hoş ve mâkul gösterir.
Yıllar önce, şehrin delilerinden birini zâlimce kışkırtıp alay eden, bir mecnûnun acılarıyla alay eden ve daha kötüsü, yaptığı işten zevk alan bir topluluk görmüştüm. Bu hadisenin acısı taş gibi, zehir gibi yüreğime oturdu. “Şu adamlarla nasıl bir müştereğim olur ki” diye kendimi yedim.
Dinin yasakladığı gıybette de sözlü bir linç şehvetinin izleri vardır. Hucûrat Sûresi’ndeki tesbit müthiş: “Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?”
“Uydum kalabalığa… El söylüyor, ben de söylüyorum” gibi pansuman lâflarla nefsimizi ibrâ edemeyiz ki. “Müslüman ferd”in sorumluluğu ve hürlüğü işte bu noktada elle tutulur hale geliyor. Söylediğin her sözün mesuliyetini taşıyacak, Allah katında hesabını vereceksin, öyleyse tartarak, düşünerek söyleyeceksin. Bu dikkat bizi hem Müslüman, hem hür, hem de ferd yapar.
Hem Müslüman, hem ferd! Çok şey mi istiyoruz? Çok şey istemeliyiz. Bizim öteki dünya tasavvurumuzun yeryüzü uygulaması işte böyle bir celâdet gerektiriyor zirâ Müslüman, siyasetin ahlâk omurgasını dik tutandır; çatıştığında da bıdı bıdı yapmadan ahlâki olanı seçen. İslâm tarihi böyle namdar yiğitleri çok az gördü ve bu azlık, insanlığın verili hâline uygundur. Âdil azdır, zâlim çok; huzur azdır, keşmekeş çok.
Müslüman, hayatını bir destan gibi yaşayan adamdır; beldeler fethetmesini, küffâr ordularını bozmasını, kaleler düşürmesini kasdetmiyorum; Hakkı Hak bilip Hakk’a ittiba etmek maddesi tek başına kahramanlık destanıdır. Âdaletle yönetmek, zulme başkaldırmak dâsıtânî bir eylemdir, başlı başına yiğitliktir zaten. Başkaca hamâsete lüzum yok, emrolunduğu gibi dosdoğru olmak, bir Müslüman’a dünyası ve ahireti için yetişir.
İşte, siyasi bir durum, ahlâki durumun önüne geçti. İnsanlar, “geçimliğin mi önemli, akîden mi?” sorgusuna mecbur bırakılıyor. “Ucu belirsiz bir istikrarsızlık dönemini mi tercih edeceksin, yoksa, birazcık defolu olmakla birlikte sana gündelik ekmeğini ve huzurunu vereni mi?” sorusu, bu mânâda lince davettir.
Herkesin siyasi kanaati kendine, lakin siyasi maslahat yüzünden ahlâkı, yani Din’in kendisini eğip bükmeye kalkışanlara hatırlatmak gerek. Siyasi hatır için ahlâk feda edilmez, bilakis siyasi işler ahlâka göre tanzim edilmelidir. Müslüman ferdin ömrü boyunca hep karşılaştığı en temel mesele, en azîm çelişki budur: Ahlâkî mesele! Bilerek veya bilmeden verdiğimiz her kararda bir “üst değer”i şahit gösteririz. Siyasi maslahatını mâkul göstermek istiyenlerin üst değeri ne? Hangi yüksek hâtır için eğriye eğri demememiz bekleniyor?
Makyavelizm? Geçiniz; yönetimi ahlâktan tecrid mânâsında Makyavelizm, pratik fakat süflî bir “Devlet ahlâkı!” doktrinidir. Bu duruma uyuyor lâkin küçük bir kusuru var: “Din”e mugayir!
Tam bu esnada -vallahi!- meseleyi tecessüm ettirmek gayretime hariçten bir destek olarak 110 ilahiyatçının hükümete destek veren bildirisini fark ettim. Diyorlar ki: “Birtakım iç ve dış mihraklar, işbirliği yaparak, demokratik yollarla halk tarafından seçilmiş olan meşru yönetimi zaafa uğratmayı hedeflemektedirler. Böylece ülkemizi akıbeti meçhul maceralara sürükleyecek, millet ve memleket için onarılması imkânsız sonuçlar doğuracak bir kaos ortamı yaratılarak, gelişmelerin de önü kesilmiş olacaktır.”
Bu uzun bildiride imzalayacağım tek yer, “İslâm’da dürüstlük en temel ilkedir” cümlesidir, yazanın eli yeşersin!