Yatma tilki gölgesinde...

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasına muhalefetimi açıklamaya çalışırken en çok zorlandığım konu, sair AB muhalifleriyle niçin hemfikir olmadığımı izah edebilmekti.

Türkiye'nin AB karşısındaki mevkiini ve itibarını zora düşüren çifte çelişkinin şerhe ihtiyacı var: AB taraftarları, fikrî mânâda yekpare bir kitle değil; AB'yi "muasır medeniyet" zannedenlerden tutunuz da, Türkiye'yi iki dilli, bilmem kaç halklı bir federatif yapı haline getirmek isteyen "resmen" bölücüler aynı safta imiş gibi görünüyor. Bitmedi; bu cenahta devletin dindarlara karşı tutumundan şikâyet ederek, "bunların hakkından AB gelir" gibi kaba bir varsayımla koroya katılanlar da var; hırsızlığın, yolsuzluğun, muhayyel bir AB üyeliği ile ortadan kalkacağını düşünenler de. Böyle bir cemm-i gafîr olmaz; fikri standartları bu kadar farklı bir heyetin aynı "fikir" etrafında berabermiş gibi görünmesinden sağlıklı netice çıkmaz.

Bir de dönüp "muhalefet erbâbı"na bakalım; düzenin en kötü unsurlarını muhafaza etmek için, an'anevi nemalanma düzenini devam ettirmek için imtiyazları uğruna mücadele edenler, Türkiye'yi 19. yüzyılın politik değer yargıları ile bloke etmek isteyenler muhalefet blokunun ana gövdesini teşkil ediyorlar; fikirlerinde samimi kalabilseler belki ciddî bir sıklet oluşturabilecekler ama içlerinde AB fonlarına proje sunup para isteyenler de var, meseleyi, "AB'ye girmek için bu kadar küçük düşmeyelim; AB standartlarını kendimiz için harici ölçü kabul edip iç dinamiklerle reformları yürütelim" diyenler de. Kendimi işte bu son zümre içinde görüyorum, AB aleyhtarları içinde sesini ve yaklaşımını iyi izah edemeyen bir azınlık zümresi bu; "gıdım gıdım" yaklaşmakta olduğumuz mukadder akıbeti, bu zümrenin bir mensubu olarak şöyle görüyorum: Gidişat, AB ile ilişkilerin muhtemelen birkaç yıl içinde buz gibi soğuyacağını, bazı AB ülkelerinin artniyetinden ötürü çıkması muhtemel derin siyasi krizlerin içerde fırtınalara yol açacağını, hatta Türkiye'de AB aleyhtarlığının bir düşmanlık histerisine dönüşerek Avrupa ile ilişkilere zarar vereceğini işaretliyor. Bir AB muhalifi olarak akl-ı selîm çizgisini bir kere daha işaret etmekte fayda var: Türkiye, AB topluluğu ile eşit hâlet-i ruhiyede iyi ilişkiler, verimli bağlantılar ve aktif bir fikir alışverişi sürdürmek mecburiyetindedir ve bizdeki mânâsız "AB düşkünlüğü"nün geleceği, muhtemel bir AB düşmanlığına doğru adım adım sürüklenmekten ibarettir.

Zaman'ın dünkü manşetindeki haber fevkalade önemli ama şaşırtıcı değildir; Bahtiyar Küçük'ün araştırması, AB aleyhtarı geçinen bazı kuruluşların Avrupa Birliği fonlarından binlerce Euro yardım aldıklarını ortaya koyuyor. Alınan proje yardımları miktar itibariyle önemli değil ama anlamı derin. AB fonlarındaki birkaç on bin Euroluk paralar, fikrî tutarlılığımızın çehresine tutulan bir samimiyet aynasıdır.

"Geçme nâmert köprüsünden ko aparsın su seni"; işte bu kadar basit. "Mecburuz, bilmem neyiz" kabilinden mâzeretler, ancak samimiyet aynasındaki iki yüzlülük görüntüsünü bulanıklaştırmaya yarar.

AB fonlarının Türkiye'de hangi maksada dönük tarzda dağıtıldığını ve kullanıldığını da sorgulamaya ihtiyacımız var. Boyalı mermi fırlatan toplarla açık arazide iki takım oyuncularının birbirini "vurarak" boyamaya çalıştığı "paintball" oyununa AB fonlarından destek alındığını duydum geçenlerde; bir mânâ veremedim. Bu gibi paraları verenin elbette bir hesabı var; alanın saflığı merak konusudur. O küçücük Euro fonlarının yakın gelecekte hangi zaafiyetleri derinleştirmek için kullanıldığını yine bir gazete manşetinden okur, öğreniriz nasıl olsa!

Bu kafayla "istiklâl-i tamme" bile ne işe yarar ki?


Kaynak (Arşiv)