Yar bana bir alternatif meded!

Meseleye bir başka açıdan bakmayı deneyelim: Numan Kurtulmuş'un, suyun yatağını bulmasını andırır bir tabiilikte iktidar partisine iltihakından sonra muhtemel bir seçimde oy kullanmak için listeye göz atan sağ eğilimli vatandaşın tercih ıskalası biraz daha daraldı.

Mutedil şahsiyeti, yapıcı tavırları ile muhalefette takdir görmesine rağmen sempatiyi oya dönüştüremeyen Kurtulmuş'un, AK Parti'ye katılması ne anlama geliyor? HAS Parti 2011'de 327 bin oy aldı; bu rakamın tamamen parti değiştirdiğini saysak bile siyasette böyle hesapların geçerli olmadığını daha önce de görmüştük. Doğrudur, özellikle büyük şehirlerde 300 bin ilave destek yerine göre cirminden daha fazla vekile tekabül edebilir ama AK Parti'nin kendi alternatiflerini ikna yoluyla bünyesine katmasının aritmektikten daha ziyade bir mânâsı var: Bir nevi, "İlk seçimde sağ seçmen AK Parti'ye mecbur kalacak" hesabı...

AK Parti, sağ seçmenin bir mânâda çaresizliği üzerine hesap kuruyor. Kurtulmuş'la başlayan davet hamlesinin, dolaylı yollardan üç aşağı beş yukarı aynı kulvardaki sağ siyasi kuruluşlara, Saadet Partisi'ne, BBP'ye ulaştığını görebiliyoruz.

AK Parti'yi dördüncü dönem için kendi zihninde dinlendirmeye karar veren bir seçmenin gidebileceği başka adres yok mu? Kâğıt üzerinde var ama fiilen öyle bir parti yok; olabilme ihtimâli olanlar da teker teker ikna edilerek veya "Beni de ikna et abi ne olursun!" davetlerine hay hay denilerek denklemden çıkıyorlar. Böylece seçmenin AK Parti'ye, "Seni destekleyeceğim ama gitgide eleştirilemez ve lâyüsel hâle gelmen de hoşuma gitmiyor" diye baskıda bulunma imkânları iyice daralıyor; civarındaki bütün esnafı ortak alıp muhitin tek AVM'si olmak tekelini kuran bir firmayı andırmaya başladı AK Parti. Aynı durumu, sevgilisini çok kıskandığı için gece kulübünü kapatıp diğer müşterileri kapı dışarı ettiren Yeşilçam romantizminin eşsiz karakterlerinde de görürdük vaktiyle.

Eh, bu hesap kısmen doğru tahlillere dayanıyor. Başbakan'ın ara sıra denk getirip muhalefete, ama özellikle MHP'ye şükranlarını sunması sadece nezaketinden kaynaklanmıyor! Siyaset tarihinde kendi muhalefetinden gıdalanarak büyümek herhalde çok az partiye nasib olmuştur.

AK Parti'nin Meclis'teki muhalifleri, lâf ebeliğine dayalı 'theatral' eleştirileri ile hükümeti denetim altına almaktan çok ona yeni iktidar alanları açmaktan kurtulamıyorlar. AK Parti'nin "Öcü" gibi korktuğu, ona bakarak hizaya geldiği ve kontrollü davranmak ihtiyacı hissettiği bir siyaset odağı kalmıyor. Ben bu tablodan hoşnut değilim. Başbakan, kendi şahsı etrafında ortak kabul gören vazgeçilmezliğini ortaya koyarak orta vadeli beklentilerini topluma dayatmamalıdır. Doğrudur, her siyaset adamı kendince bir gelecek hesabı yapmakta haklıdır ama Başbakan müstesnâ, zira bu hesabında diretirse, yakın zannettiği hedeflerin uzağında kalması pekâlâ mümkündür. Bütün eğilimleri birleştirmek, şaşırtıcı bir şekilde eğilimsizlik manzarası gösterebilir ve bugüne kadar iş gören kimyâ aniden bozulabilir.

Bu akıl yürütme tarzının tuhaflığını kabul ediyorum; halen iktidarda olan birine, "Kendi muhalefetini yutmak yerine onlara yaşama şansı vermelisin" demek düz mantığa aykırı görünüyor fakat o doğru sözü hatırlatmanın yeri geldi: "İktidar insanı bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar". İktidarların güç mağrurluğuna kapılması ise sadece kendilerinin değil, bütün toplumun vakit ve enerji israfına yol açacaktır.

Bu faslın hatîmesi olarak, genel itibarla sağ seçmen kitlesine tercih ânında, "Yine de AK Parti, bunlardan iyidir" dedirterek koca bir kitleyi "Eli mecbur" statüsüne getiren bilumum muhalefet kuruluşlarına sitemlerimi arzetmek isterim!

Ne demek istediğimi anlayabilirler mi dersiniz?


Kaynak (Arşiv)